31 Ocak 2017 Salı

Sevgili Ozan,(Cumhuriyet Gazetesi,Eğitim Muhabiri)

Bugünkü Gazetemizde “YÖK’ten Mazıcı İtirafı” başlıklı, birinci sayfadan verilen haberin üzerine aşağıdaki açıklamayı yapmak gereğini duydum. Çünkü YÖK’nun, Akit Gazetesine gönderdiği açıklama, “soruşturma buyruğunu, 25 Temmuz 2016 günlü televizyon programının hemen sonrasında ve verilmesi gereken cezanın da altı çizilerek”  verildiği açıklanmaktadır. YÖK’nun tek buyruğu bu olmayıp, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenler için de, devlet ve vakıf üniversiteleri olmak üzere, tüm üniversitelere soruşturma açılması buyruğu da bulunmaktadır.
Bildirinin kamuoyuna yansımasından sonra ilk çıkışı, 11 Ocak 2016’da, 8.Böyükelçiler Konferansında, Cumhurbaşkanı RTE , bu akademisyenlerin “hadlerini bildirme çağrısı”nda bulundu.
Bu çağrıya en önde koşan YÖK Başkanı, buyruğun hemen sonrasında,13.01.2016’da 61 sayılı bir emirname yayımlayarak, yükseköğretim kurumlarında bildiriye imza atanlar hakkında “cadı avına başlanması”  emretti. Bu yarışta, YÖK Başkanının ve hatta Rektörlerin gerisinde kalan Başbakan Davutoğlu da,16 Şubat 2016’da 2014/4 sayılı bir genelge yayımlayarak, isimlerini belirtmediği terör örgütleri yada legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilintili olan kamuda çalışanlar hakkında hem idari ve hem de adli işlem başlatılması borusunu çaldı.
Birbirini izleyen bu buyruk ve hücum boruları karşısında “hazırolda” duran rektörler, hemen cadı avına başladılar ve imzacı barışçı akademisyenler hakkında disiplin soruşturmasına giriştiler. Kapıkulu rektörlerden çoğu okur-yazar olmamak nedeni ile olacak, bildiri imzalamayı “ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak; boykot, işgal, engelleme,  işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak yada bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşik etmek,yardımda bulunmak” olarak tanımlayarak, birbiri peşisıra imzacı akademisyenler hakkında “Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezası”  önerisi ile YÖK Başkanlığına koşuşturdular.
Yani Mazıcı itirafı, Saraç’ın “ilk muhbirliği” değil. Saraç, yalnızca muhbirlik ile yetinmemekte, 15 Şubat Kalkışması sonrasında, atanmasına katkıda bulunduğu rektörlerle ilgili “FETÖcüleri” ayıklama ve KHK’lerde yer bulmasına koşuşturan “durumdan vazife çıkaran” bir görev üstlendi.

Haberinde  çerçeve içine aldığın “Özerklik İlkesi ile Açıklamıştı” aldığın, YÖK Başkanı Saraç’ın yaptığı açıklama ise, gerçekleri yansıtmamaktadır. 2 Aralık 2016 günlü 6764 S.Yasa ile düzenlenen 2547 S.Yükseköğretim Yasası’nın 53/a maddesini yeni biçemini aşağıya alıntılıyorum. Göreceğin gibi, Başkan Saraç, gerçeği söylememektedir. Tam tersine, yeni düzenleme,Anayasanın 130, 2547 Sayılı Yasanın “Ek Madde 2” ye aykırı olarak, hem vakıf üniversitesini atama yetkisini, mütevelli heyetten kopartarak “devletleştirmiş”, hem de “özel hukuk kurallarına/iş yasasına” bağlı çalışanlar olan, akademik ve yönetsel idarecilerini “657 S.Devlet Memuru Yasası ile 2547 S.Yasanın”memur ve kamu görevlisi” statüsüne sokumuştur.

“a. Yükseköğretim Kurulu Başkanı üst kuruluşlar, rektörler ve bağımsız vakıf meslek yüksekokulu müdürlerinin ve 53/Ç maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan (Aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden ve kamu görevinden çıkarma cezaları gerektiren fiillerle ilgili olarak öğretim elemanları hakkında Yükseköğretim Kurulu Başkanı disiplin amiri sıfatıyla doğrudan soruşturma açabilir. Bu kapsamda yapılan soruşturmalar sonucunda verilecek cezalar Yüksek Disiplin Kurulunca verilir) fiillerle ilgili olarak öğretim elemanlarının…disiplin amiridir.

Yukarıdaki maddede görüldüğü gibi, Saraç, haberinde ileri sürdüğü gibi “ akademik özerklik bağlamında disiplin kararlarının üniversite yönetimlerine bırakılmasından vazgeçmiş” olmayıp, “süper savcı, yargıç ve infazcı” kimliğini korumaktadır.Yapılan, 2 Aralık 2016 gün ve 6764 S. Yasa çıkıncaya kadar, YÖK Başkanının yetki alanı dışında olan vakıf yükseköğretim kurumları çalışanlarını da, disiplin işlemleri açısından kendine bağlı kılan bir konuma yükseltilmiştir.


Çalışmalarında başarı dileklerimle.

26 Ocak 2017 Perşembe

Aydınlık ve “HAYIR”lı günler diliyorum.Bugün sizlerle iki yazı paylaşacağım. Bunlardan  ilki,Dr.Selçuk Erez’in. Daha önceden de yazılarını paylaştığım bir yazar ve İstanbul Tabip Odası Başkanı. Okuyup, acı-acı güleceksiniz. Bizimkilerin dış ilişkileri hangi düzeyde götürdüklerini gözlerimizin önüne, güldüren düşünce(mizah) biçemiyle, seriyor.

 İkinci yazı Ayşe Yıldırım’dan. O ise, mahkeme dosyalarından birini,hem de çok önemli birinin sayfalarını bizlere açıyor. “Barış Sürecini”, “Savaş Sürecine” dönüştüren Ceylanpınar’da yataklarında öldürülmüş bulunan iki polis ile ilgili davanın çöküşünü, üç tutuklunun serbest bırakılması kararı ile, suçlamaların düzmece ve muhbir yurttaşın kurgusuna göre biçimlendiğini bizlere gösteriyor. Davanın sonlanması, bu türden cinayetlerin, 1990’larda olduğu gibi “durumdan görev” çıkartanlarca yada görevlendirilenlerce işlendiğini ortaya sererse, polisin ve iddianamesi çöken savcıya düşen görev, muhbir ve gerçek katillerin peşine düşmek olmalıdır. Bu iki genç polisin kanı yerde kalmamalı ve yargı kararı ile, görevlendirenler ve bu yasa dışı görevi yerine getirenler cezalandırılmalıdırlar.
Esenlik dileklerimle. 27.01.2017
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş


Selçuk Erez; ABD’YE DERS OLSUN
Cumhuriyet,26.01.2017

Amerikalılara çok kızmaya başladık:

•“PYD’nin PKK ilişkileri konusunda belge gösterdik” dediğimiz halde ABD “Bizbelge görmedik; PYD terör örgütü değil müttefikimizdir” diyor. Dışişleri Bakanımız soruyor: “ABD ortak olarak bizi mi seçiyor, terör örgütlerini mi?” 

Cumhurbaşkanı, Türkiye’deki muhataplarının hapse atıldığı ve Türkiye’deki gelişmelerin IŞİD’le mücadeleyi olumsuz etkilediğini söyleyen Amerikalı askeri yetkiliye tepki gösteriyor: “Sen kimsin? Darbecilerin yanında yer alıyorsun, zaten darbeci senin ülkende.” 

Cumhurbaşkanımız soruyor: “Ne diyorlar? ‘Türkiye Musul’a girmesin’. Ya nasıl girmeyeyim? Hiç ilgisi olmayanlar gelip giriyor. Neymiş? Bağdat onlara ‘Gel’ demiş. Öyle mi? 15 sene önce Saddam ‘Gel’ mi dedi bunlara?” 

Artık konuşmanın ötesinde ciddi tepki göstermenin sırası gelmiştir. Niçin bu kadar çekimser davranıyoruz? Amerika’ya bu hayranlık neden? Ne yapmışlardır? Hiçbir şey! Amerika’yı Müslümanlar bulmasalardı bugün oralarda hâlâ kırmızı suratlı vahşiler yaşardı. Cumhurbaşkanımız o kıtanın 1178’de dindaşlarımızca keşfedildiğini açıklamamış mıydı? 

Onlar aya bile gitmemişlerdir. Haldun Taner’in “Astronot Niyazi” oyununu izleyenler bilir: Aya ilk ayak basan Türk ne demişti? “Ayı gördüm Allah,Amentübillah!” demişti. Sonra o yıllarda Caddebostan Gazinosu’nda şova çıkan Altan Erbulak da “Amerikalılar aya çıktı” diye saçmalayanların ağızlarının payını vermiş, “O da iş mi? Heybeli’de biz her gece mehtaba çıkardık!” demişti. 

Astronot Niyazi ve Altan Erbulak kadar cesur olmalıyız! 

1. 1945’te solcu Tan gazetesinin basılması ve kırılıp dökülmesinden sonra komünistlikle suçlanmaktan korkan büfecilerimiz kırk yıllık Rus salatasının adını değiştirmiş, bunu Amerikan salatası olarak satmaya başlamışlardı. Bu salatanın adının beklenmedik bir şekilde değiştirilmesinden sonra Rusya kendini bir türlü toparlayamamış, zamanla Berlin Duvarı yıkılmış ve Sovyetler Birliği parçalanıp dağılmıştı. Bu salatayı yeniden özgün adıyla anmaya başlamalıyız. Amerika bu cesur davranış karşısında sarsılacak ve hizaya gelecektir. 

2. Ağdacıların kullandığı, ayrıca kefen yapılan, tuval olarak da kullanılan beze biz neden hâlâ Amerikan bezi diyoruz? 

3. Akvaryum meraklıları bir tür süs balığına hâlâ “Amerikan çikleti balığı” diyorlar. 
Ancak dolarına sümkürdüklerimi asıl sarsacak, Türkle zıtlaşmanın ne demek olduğunu anlatacak altın vuruşumuz, ABD yönetiminin temelini oluşturan başkanlık sisteminden hemen vazgeçtiğimizi açıklamak olacaktır! Böyle davrandığımızda Amerika dağılacak, halkının en az yarısı Trump gibi bir demagogu başa getiren bu sistemi dışladığımız için bizi alkışlayacak, ABD bir daha kendini toparlayamayacaktır.








Ayşe Yıldırım : Ceylanpınar İddianamesi Çöktü. Katil(ler) Kim?
Cumhuriyet,26.01.2017


M. A. nişanlanmıştı. Bir ev kiraladı kendisine. Eşyaları gelmeden önce akrabası L. A. ve arkadaşı Ö. K. ile birlikte evde kaba bir temizlik yaptılar. Ama kısa bir süre sonra iki polisi öldürmekten tutuklandılar. Evi “keşif amaçlı” tutmakla ve karşı dairelerinde kalan iki polis memurunu öldürmekle suçlanıyorlardı. 

Savcıya göre kiraladıkları dairenin arka balkon kısmından “polislerin kaldığı dairenin balkonuna girmiş ve buradan sessizce içeriye sızarak” iki polisi susturucu taktıkları silahlarla öldürmüşlerdi. Ama bunu sadece üçü yapmamıştı. Yanlarında dört kişi daha vardı. Savcılık iddianamesine göre bu yedi kişiden hangisi “bizzat eylemi gerçekleştirdi”, “hangisi gözcülük yaptı” tespit edilememişti. Ama “eylemi iştirak halinde gerçekleştirdikleri sabit”ti. 

Çözüm sürecini bitirdiği söylenen 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da işlenen polis cinayetleriydi sözünü ettiğim. Polis memurları Okan Acar ve Feyyaz Yumuşak yataklarında susturuculu tabancayla öldürülmüş halde bulunmuştu, üstelik kapıları zorlanmamıştı. Karşı kapı komşusu ve arkadaşları bu yüzden gözaltına alınmıştı. Onlarla birlikte olduğu iddia edilen diğer dört kişi ise o akşam akrabalarının taziye ziyaretinden dönerken polislerce durdurulmuş, araçlarındaki haciz meselesi nedeniyle karakola götürülmüştü. Ama karakolda cinayet zanlısı olarak tutuklanmışlardı. 

Aradan geçen 17 ayda bu olaya karışan kimi ihbarcı yakınları, savcılar, hâkimler hatta polisler FETÖ’den tutuklandı. Masum olduklarını ve bir kumpasla karşı karşıya olduklarını söyleyen sanıklara ağır işkenceler uygulandı. Yetmedi, onların avukatı da gözaltına alındı. Tanık polislerin çelişkili ifadeleri ise hiç dikkate alınmadı. Muhalefet partilerinin Meclis’te verdikleri araştırma önergeleri reddedildi ve dosya karanlığa mahkûm edildi. 

Ve bu yıl 12 Ocak’ta Şanlıurfa 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dördüncü duruşmada dava başka bir boyuta taşındı. Daha doğrusu savcının iddianamesi çöktü diyebiliriz. 17 aydır tutuklu bulunan yedi kişiden üçü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu üç kişi, savcının iddiasının temelini oluşturan isimlerdi. 

Çünkü evi keşif için kiralamak, yan balkondan geçerek polislerin evine sızmakla suçlanmışlardı. Onlar tutuksuz yargılanmak üzere bırakılırken diğer dört kişi ise tutuklu yargılanmaya devam edeceklerdi. Çünkü bu dört kişi hakkında cinayetin işlendiği gece ve ertesi gün iki ayrı ihbar yapılmıştı. İki telefon ihbarında da söylenenler neredeyse birbirinin aynıydı: “Vicdanım sızlıyor.” 

Cinayetin işlendiği gece telefon açan Zeki adlı şahıs, çok emindi bu dört kişinin cinayeti işlediğinden. İsimlerini tek tek sayıyordu ve polisin “Nereden biliyorsun” sorusuna “Ben hepsini biliyorum. Benim vicdanım sızladı. Ben bu işi kapatamadım. Bunlar yapmış” diyordu. Ertesi gün telefon açan Ali adlı ihbarcı ise aynı isimleri söylüyor, polisin “Nereden biliyorsun onların yaptığını” sorusuna “Orayı çok karıştırma” yanıtını veriyordu. 

Polis içinse bunlar cinayet için yeterli “deliller” olmalıydı ki o dört isim hâlâ tutuklu. 

İktidarın çözüm sürecini bitiren cinayet olarak adlandırdığı Ceylanpınar’da bugüne kadar birçok soru işareti ortaya çıktı. Ve hiçbiri aydınlatılamadı. En son dosyanın temel taşını oluşturan iddia da çöktü. Ama görünen o ki muktedirler “orayı çok karıştırmak” istemiyor. Onlar için Ceylanpınar tarihe çözüm sürecini bitiren cinayet olarak yazılsın yeter. 


O zaman da bize sormak düşer; son tahliyelerle savcının iddianamesi çöktü. Çözüm sürecinin bitirilmesi için bahane edilen iki polisin katilleri kim(ler)?

18 Ocak 2017 Çarşamba

Hepimiz için aydınlık günler dilerim.

YÖK-Yüksek Öğretim Kurulu Disiplin Kurulu üyesi olmamın yanı sıra, Eğitim-Sen Yönetimi,zaman zaman kimi üniversitelerdeki çalışanlara yönelik disiplin terörü nedeni ile, Sendika Temsilcisi olarak katılmam konusunda ricacı olmaktadır. Bunlardan birisi de, ODTÜ olmuştur. Dört öğretim elemanı ve bir memurun dosyasının görüşüldüğü ODTÜ Disiplin Kurul toplantılarına 08.11.2016 ve 06.12.2017,17.07.2017 günlü toplantılarına katıldım. ODTÜ gibi yerleşik(gecekondu olmayan) ve göreceli demokratik yönetimin ve hukuka saygının varolduğu düşüncesinin yerleşik olduğu bir üniversitede, yapılan  yasa ve hukuk dışılıklara karşı çıkışımı ve bu davranışta bulunanlara katkısı olur düşüncesi ile, toplantıda yaptığım konuşmaları, ODTÜ Belgeliklerine de kayıt düşsün gibi göndermeyi, bir yöntem olarak benimsemiş bulunmaktayım. Bunları sizlerle paylaşmamın nedeni, özellikle akademiya ile ilintili paydaşlarımın disiplin hukuku ve hakları konusunda bilgi sahibi olmak, bunun dışındaki paydaşlarımın da ,üniversite tabelası taşıyan kuruluşlardaki yönetici kadronun düzeyi konusunda bilgi sahibi olmalarına olanak vermektir.Esenlik dileklerimle. 19.01.2017


Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
ODTÜ Üniversite Disiplin Kurulu Üyesi
(Eğitim-Sen Temsilcisi)
Büklüm Cad.Divan Apt.36/2
Kavaklıdere / Ankara
0532 513 39  52
"maltintas@gazi.edu.tr"


Sayın Prof.Dr.Mustafa Verşan KÖK
ODTÜ Rektörü ve Üniversite Disiplin Kurulu Başkanı ve Üyeleri
ODTÜ Disiplin Kurulu Sayın Başkanı ve Üyeleri
8 Kasım 2016 günlü, 2547 Sayılı Yasanın 53/a maddesine göre Üniversite Disiplin Kurulu(ÜDK) olarak da görev yapan Üniversite Yönetim Kurulu toplantısına, üyelerimize yaptığınız Sendika Temsilcisinin katılımının sağlanması isteminiz üzerine, disiplin dosyaları görüşülecek sendikamız üyeleri Mert Kükrer, Çağlar Dölek, Deniz Erdem ve Ekin Erdem Evliya adına, "Eğitim-Sen Temsilcisi"  olarak katıldım. Katıldığım, ancak yaptığım usule ilişkin istem ve itirazlarım karara dönüştürülmeyen ve imzamı da içerecek biçimde tutanağa bağlanmayan ve bu nedenden de yargı önünde mahkum olması kaçınılmaz olan, bu oturuma ilişkin görüş ve karşı çıkışlarımı, bundan sonraki hukuka ve yasaya aykırı işlemlerinizin önünü kesmeye yardımcı olmak amacı ile size iletmeyi, kıdemli bir meslektaşınız olarak görev bilmekteyim.
Çünkü, günü gelende, "hukuka sığınma gereği, hukuk devletine saygı gösterilmesi" sizler için de bir gereklilik olarak ortaya çıkabilir. Böyle bir durum olduğunda, kendinizin üreticisi yada uygulayıcısı olduğunuz hukuk dışılıklar, hukuk ve yasa kurallarını çiğnemeniz, hukuka sığınma isteminizin engeli olarak karşınıza çıkartılabilir. Uzun meslek ve YÖK sürecinde görev yapan birinin deneyimlerinden çıkardığı sonuçtur. Söylemek istediğim, kendi ayağınıza kurşun sıkma konumuna düşmeyindir.
Sayın Başkan ve Üyeler
Toplantınıza, temsilcisi olduğum Eğitim-Sen Ankara 5 Nolu Şube Başkanlığı’nın Rektörlüğünüze ilettiği 07.11.2016 gün ve 2016/800/173-174 ve 175 sayılı bildirimi üzerine katıldım. Şube Başkanlığımız bu yazılarında, disiplin soruşturması dosyalarının Temsilcileri(benim) tarafından incelenebilmesi için, ertesi gün yapılması üyelerimize bildirilen toplantının ertelenmesi isteminde bulunmuştur. Ancak bu istem dikkate alınmaksızın ve ÜDK Başkanı olarak tarafıma yapılması gereken çağrı ve iletilmesi gereken gündem olmaksızın, dosyası görüşülecek üyelerimizin ısrarı ve istem ile itirazlarımızı bu kez sözlü olarak iletmek üzere, herhangi bir hazırlık yapmaya olanak bulmadan ve  dosyalar hakkında bilgi sahibi olmaksızın anılan ÜDK toplantısına katılma durumunda kaldım.
Söyleşi toplantısından başka bir anlam taşımayan bu toplantıda, genel bir bildirimde bulunmam amaçlı, bana söz vermeniz üzerine, “gündem ve dosyalar hakkında bilgim olmadığını, bilgi sahibi olmaksızın düşünce sahibi olunamayacağını, dosya sahibi üyelerimize de istemelerine karşın dosyalarını inceleme olanağının verilmediğini belirterek, toplantının ertelenmesini” önerdim. Bu istemim, hukuka saygının en çok gözetildiği üniversite olduğunuz biçimindeki önyargımı, ön-kabulümü alt-üst edecek bir yanıtı, Kurulunuz üyesi olmayan, izlenimime göre, Hukuk Danışmanızdan aldıklarını aktarma görevi verilmiş bir memurenizin “dosyalar gizlidir, ancak ceza verildikten sonra incelenebilir” biçimindeki yanıtı kanımı dondurdu. Bu yanıt bende “Engizisyon Mahkemesi önünde miyim, acaba”  kuşku ve ürküntüsünü yarattı. Bu Hukuk Danışmanı(!)’nın gölgesi , YÖK-YDK’dan usulü eksiklikler gerekçesi ile geri çevrilen ve hukuka aykırı bulunarak iptal edilen kararlarınız öncesinde, önceki yönetim dönemindeki görüşmelerimiz sırasında da karşıma çıkartılmış, haklı çıktığım karşı çıkışlarımı dillendirmem sırasında,  “ama bunları bizim hukuk profesörü danışmanımız(!) söylüyor” denilmişti Bu hukuk danışmanınıza, YÖK-YDK’nun kararı gerekçeleri iletilirse, eğer mesleğine saygısı var ise, sanırım hukuk profesörlüğünü de, hukuk danışmanlığını da “benim aklım bunlara ermiyor” diye bırakır.
Dileğim, bu yanıtı veren hukuk profesörü danışmanların ve bu yanıtı olumlayan sizlerin bu anlayıştaki kimselerin eline ve önüne zanlı olarak düşmemenizdir. Ciddi bir kurul, ciddi bir iş yapmak isteği ve istencinde ise, öncelikle, kendi Hukuk Danışmanını orada hazır tutmalı, içine düştüğü kimi hukuksal açmazların çözümünü aramalı idi. Bu söyleşide ÜDK üyelerinden en çok dillendirilenin, yaptığım hukuksal ve yasal açıklamalara karşı “bizler hukukçu değiliz, bu itirazlarınızı değerlendirecek durumda değiliz” oldu. Sizlere sormak isterim; “ilgisiz ve bilgisiz olduğunuzu açıkladığınız bu disiplin işlemleri üzerine nasıl hüküm kurmaktasınız?”. Bu sizleri hiç rahatsız etmiyor, uykularınızı kaçırtmıyor, duyunçlarınızı sızlatmıyor mu? Bir ara, yapılan hukuk ve yasadışılıkları meşrulaştırmak ve güçlendirmek için resmi hukuk profesörü danışmanınızın yanına, Prof.Dr. Metin Günday’ı da ekleme gereğini duydunuz. Anlaşıldığı kadarı ile, yüzyılımızın ilk onlu yıllarında izlediğimiz “vekalet savaşları, vekaleten terör” benzerleri, kimi hukuk danışmanları eli ile, üniversitelerimizin disiplin kurullarında uygulamaya konulmuş. Yol göstericilikleri ile sizleri, kurum olarak da, kurul olarak da mahkum ettiren ve kurum ve kurul üyeleri olarak sizleri küçük düşüren bu türden hukuk danışmanlıklarından kurtulmanızda yarar olduğunu düşünmekteyim. Yapılanların hukuka, yasaya,etik kurallara,yüksek yargı kararlarına aykırı olduğunu bilebilmek için, hukuk alimi,uzmanı olmaya gerek yok. Okur –yazar ve okuduğunu anlamak yetisine sahip olmanın yeterli olduğunu düşünmekteyim.
Ancak bu önerim hakkında bir karar verilmeksizin, sohbet anlamı taşıyan söyleşi ile, yapılan işlem konusundaki hukuka, yasaya, yönetmeliklere, yerleşmiş yüksek yargı kararları hakkında bilgilendirmelerde bulundum. Toplantı söyleşinin ötesine geçmedi. Açıklamalarımın yeterliliği sonrasında, benden Kuruldan ayrılmam isteminde bulunuldu. Ben bunun üzerine, öneri ve istemlerimin karara dönüştürülmesini ve bu kararda benim de oy kullanacağımı ve bu kararın özet bir tutanağa dönüştürülerek, ben dahil katılanların imzasını taşıyan tutanak örneğinin tarafıma verilmesi isteminde bulundum. Bana bu kez de” ama bizim böyle bir uygulamamız yok, biz önceki temsilcileri de oy ve karar sahibi olarak kabul etmedik” yanıtı verildi. Yani, uygulamanızı, önceki dönemlerde yaptığınız hukuk ve yasa dışılıklar ile savunmaya giriştiniz. Bunu, hukuka ve yasalara uymanın yaşam biçimine dönüştürülmesi çabası içinde olması gereken üniversitelerimizin içinde sürüklendikleri düzeyi değerlendirmenize sunmak isterim.
Sizin ve öteki ÜDK üyelerinin de, kamu görevlisi olmanız nedeni ile, etkilendiğiniz bir “Kamu Görevlileri Hakemleri Kurulu Kararı” var. Bu kararda sendika temsilcilerinin Disiplin ve Yüksek Disiplin Kurulu toplantılarına katılacakları kurallaştırılmış bulunmaktadır. Katılma söz ve karar sahibi olmayı gerektirmektedir. Söz ve karar sahibi olmaksızın katılmanın ne üyelerimize ve ne de hukuka uygun bir kararın çıkmasına katkısı olabilir. Size önerim, şimdiye kadar eğer bu kurala uymamış iseniz, bunu düzeltmenizdir. Üyelerimiz için disiplin cezası önermelerinizi geri çeviren YÖK-YDK’nun kararlarına bakınız. Orada ismimi,imzamı ve karşıoy gerekçemin yer aldığını göreceksiniz.

Bunları, yazılı biçime getirerek, belgeliklerinize katkıda bulunmak ve ceza-sever, bilisizliklerini itiraf eden yöneticilere yol göstermek, onları da hukuka ve yasalara uymaya yönlendirmek amacı ile yazıyorum.
Kurallara uyulmaksızın yapılan ve “söyleşi” ötesinde bir anlam içermeyen toplantıda, siz ve bir Sayın Üye,”atılı suçlamalara ilişkin benim kişisel tepkimi” sordu. Ben ise, “bu atılı suça konu olan gençleri çağırıp, okşayıcı iki tokat atıp, “hadi bakalım işinize dönün” benzeri bir yanıt verdim. Bu soruya verdiğim yanıtın ötesinde, bu sorunuza karşılığı, söz ve karar sahibi olarak katıldığım ve altında imzam da bulunan YÖK-YDK Mert Kükrer kararında şöyle vermektedir :”Kurulumuzda, konuya ilişkin yapılan açıklamalardan sonra yapılan görüşmeler neticesinde; ODTÜ’nde 19.12.2014 tarihinde promosyon görüşmelerini protesto etmek amacıyla Eğitim-Sen üyelerinin toplandığı ve Üniversitenin tüm birimlerinin dolaşıldığı, bu sırada yaşanan olaylar nedeniyle REKTÖRLÜĞÜN YATIŞTIRICI  VE UZLAŞMACI BİR YAKLAŞIM SERGİLEMESİ GEREKİRKEN, OLAYIN SORUŞTURMA BOYUTUNA TAŞINDIĞI, Kamu Görevinden Çıkarma Cezası’nın yaptırımı ve sonuçları dikkate alındığında, hakkında soruşturma yapılana isnat edilen fiilin HİÇBİR ŞÜPHEYE MAHAL VERMEYECEK NİTELİK VE DERECEDE ORTAYA KONMASI GEREKTİĞİ, İLGİLİLERİN SORUŞTURMA ESNASINDA VE DAHA SONRA ALINAN BEYANLARINDA soruşturmanın yapılma şekline itirazlarının olduğu, söz konusu eylem promosyon için yapılmış olmasına rağmen EYLEME KATILAN DİĞER SENDİKA ÜYELERİNİN İFADELERİNİN ALINMADIĞI ve YALNIZCA ÖĞRENCİLERİN İFADELERİNİN ALINMASI İLE YETİNİLDİĞİ, ALINAN İFADELER  ARASINDA ÇELİŞKİLERİN ORTAYA ÇIKTIĞI VE BU ÇELİŞKİLERİN GİDERİLMEDİĞİ, DOLAYISIYLA İLGİLİYE İSNAT EDİLEN FİİL TÜM UNSURLARI İLE NETLEŞMEDİĞİNDEN …dosyanın Üniversiteye iadesinin  uygun olduğu…” YÖK-YDK, bu kararı ile, üyemizi değil, işlemi yapan ve üyemizin kamu görevinden çıkartılmasını öneren Üniversitenizi, bilebildiğim kadarı ile ilk kez MAHKUM ETMEKTEDİR ve BU RET GEREKÇESİ ÜNİVERSİTE YÖNETİCİLERİ İÇİN YARARLANMALARI VE UYGULAMALARINA IŞIK TUTACAK DERS ANLAMI VE AĞIRLIĞI İÇERMEKTEDİR. Böyle bir azardan, sanırım, üniversiteniz adına elem duymaktasınızdır.
08.11.2016 günlü ÜDK toplantısı “YOK” hükmündedir. Çünkü, bu türden, temsilcisi olduğumuz üyelerimizin dosyalarının görüşüleceği oturumların gündemi, ÜDK Başkanı tarafından belirlenir ve toplantının gündemi ve gündemi oluşturan disiplin dosyaları, üyelere en az yedi gün önceden dağıtılır. Disiplin Kurulları, Yönetim Kurulu’ndan farklı kurumlardır. (Bkz. DY’nin 35 ve 36. Maddeleri; 17.09.1982 gün ve 8/5336 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na dayalı “Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmelik”in 9.Md)
08.11.2016 günlü, resmen katılmamın engellendiği, imzamı da içeren bir tutanak tutulmayan ve fakat istem ve itirazlarımı bildirmek için fiilen bulunduğum toplantınızda, bu üç üyemiz hakkında yapılan işlemlerin tümü yok hükmündedir ve ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Üyelerimize ilişkin disiplin işleminde içine düştüğünüz usulü aykırılıkların altını çizmek istiyorum.
  1. Rektörlüğünüz, imzanız ile, üyelerimize 12.10.2016 gün 5142-647,5143-38 vb. bir yazı göndererek, “ İnşaat Mühendisliği Bölümü, Yapı Mekaniği Laboratuvarı Binasında 19.12.2014 tarihinde AYNI EYLEMİ(eylem yapan  grubu yönlendirerek, olaylarda aktif rol almanız, …CE423 dersinin yapıldığı sınıfa zorla girmek suretiyle dersin yapılmasının engellenmesine sebep olmanız; ayrıca bu eylemler sebebiyle binanın tamamında eğitim ve araştırma faaliyetlerine devam etme olanağı kalmadığının tespit edilmesi nedeniyle, hakkınızda yapılan disiplin soruşturması sonuçlanmıştır”  denilerek, üyelerimizden Deniz Erdem hakkında “ kurumların huzur,sükun ve çalışma düzenini bozmakeylemi nedeni ile, 657 S.Y’nın 125-B-1 fıkrasında yer alan “Kınama Cezası”; Mert Kükrer hakkında ise “amirine veya maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmakeylemi nedeni ile “Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezası” önerildiği,…7 gün içinde son savunmalarını Rektörlük Makamına yazılı olarak vermeleri istenmiştir. Soruşturma konusu kılınmayan “amirine veya maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak” eylemini nasıl, disiplin cezasına konu eyleme dönüştürebilir siniz? Yapılan disiplin soruşturmasının ve ceza önerisinin ciddiyetten uzaklığın bir başka kanıtı da Mert Kürkler’in amirine mi, maiyetindekilere mi, iş sahiplerine mi fiili tecavüzde de bulunduğuna açıklık getirilmemiş, toptancı ve sanal bir suçlama yaratılmıştır. Mert Kükrer, hem amirine, hem maiyetindekilere ve hem de iş sahiplerine mi, üç gruptakilere mi fiili tecavüzde bulunmuştur? Kimdir tecavüz edilen bu amir, maiyetindekiler ve iş sahipleri? Bunlara aynı anda mı, yoksa ayrık zamanlarda mı fiili tecavüzde bulunmuştur? Bunlara yanıt vermeksizin yapılan suçlamalar havada kalmaktadır.
Önce neden “son savunma (ilk, önceki savunma var mı ki?) yazılı istenmekte”? Savunmanın yazılı yapılmasının dayatılamayacağını size belgelemek isterim. AYM ve Danıştay kararları ile ortadan kalkmış bulunan DY’nin 43 üncü maddesine baktığınızda, savunma hakkının kullanımı biçiminin yazılı yada sözlü biçiminde dayatılamayacağını, bu seçimin soruşturulana özgü olduğunu, vekili aracılığı ile de savunma yapılabileceğini görürsünüz. Savunmaya çağıran 12.10.2016 gün ve 5143-38, 5142-649 sayılı yazılarınızda, disiplin işleminin 657 S.Y.nın 125. maddesine göre yapıldığı belirtildiğinden, bu yasanın 129 uncu maddesi hükmünü buraya alıntılamak istiyorum: “Hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memur, (Mülga ibare: 25/02/2011 tarihli Mükerrer Resmi Gazete - 6111/117 md.) (..), soruşturma evrakını incelemeye, tanık dinletmeye, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahiptir”. YÖK – YDK tarafından, Rektörlüğünüzün önerdiği cezanın kabul edilmeyip, geri çevrildiği üyemiz Mert Kükrer ile, Üniversiteniz DK’nun tarafından verilen disiplin cezaları red edilmesi yokmuşçasına, yeniden açtığınız soruşturmada, üyelerimize, SORUŞTURMA EVRAKLARINI NEDEN İNCELETMEZSİNİZ, TANIK DİNLETMELERİNE SÖZLÜ SAVUNMA HAKKINI KULLANMALARINA İÇİN KENDİLERİNE  YADA VEKİLİNE NEDEN OLANAK VERMEZSİNİZ?
Bütün bu hukuksuzluk ve yasa dışılıkların ortadan kaldırılması, adil bir yargılanma olanağının yaratılması konusunda, soruşturma dosyalarının üyelerimiz yada savunmanları ile Sendika Temsilcisi olarak tarafıma verilmesi ve bu amaçla ÜYK toplantısının ertelenmesi konusundaki haklı ve yerinde istemimiz ise, benim iki yıllık ceza verme yetkisinin sona ereceği zamana oynama yapıyorum gibi,çok incitici ve çirkin bir ima ile, “ceza verme yetkisinin zaman aşımına uğrayacağı tarih” dillendirildi ve hukuksuzluğun, yasa dışı uygulamaların gerekçesi olarak bu zaman kıtlığı dile getirildi. 19 Aralık 2014’deki olayların üzerinden iki yıla yaklaşık bir süre geçmiş olmamasına karşın bu disiplin işleminin sonuçlandırılmamış olmasındaki kusur, Kurumuzdan başka kimsede, hele hele zanlı üyelerimizde hiç değildir. 657 S.Y.ın disiplin suç ve cezalarına ilişkin maddeleri okursanız, gerçekte yaptığınız işlemlerin tümü ile YOK hükmünde olduğunun ayırtına varırsınız. Hukuk kurallarını çiğneme yerine,bırakınız da bir-kaç zanlı hüküm giymekten kurtulsun. Vazgeçin bu “ceza-sever” tavırlardan. YÖK bile sizden uzlaştırıcı, yatıştırıcı olmanızı istiyor.
Mert Kükrer ve öteki üyelerimize yöneltilen suçlamalar aynı. Ancak, karar kurarken; Mert Kükrer’e “amirine veya maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak eylemi nedeni ile, ötekilere ise “kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak”  nedeni ile farklı cezalar önerilmekte. Üyelerimize ve temsilci olarak bana, disiplin dosyalarını inceleme olanağı tarafınızdan tanınmadığı için, soruşturma görevlendirme belgesinin içeriğini bilmemekteyim. Ancak, üyelerimize yazdığınız ve onları, ifadelerini almaksızın sonuçlanmış soruşturma üzerine “son savunma yapmaya çağıran” yazınızı ciddiye aldığımda, Mert Kükrer’in “soruşturma nedeni dışında bir eylemden” ceza istemine konu kılınması kabul edilemez.
2. YÖK-Yüksek Disiplin Kurulu(YDK) Kararlarının, Yeniden Görüşülmesi Hukuksal ve Yasal Dayanaktan Yoksundur. Bu Nedenle, YÖK Tarafından Usulsüzlük ile Mahkum Edilmiş Disiplin İşlemlerinin Yeniden Raftan İndirilmesi ve Soruşturma Konusu Yapılması, Başkanı ve Üyeleri Olduğunuz Üniversite Disiplin Kurulu Gündemi Yapılması, Yeniden Disiplin Cezasına Konu Kılınması Hükümsüzdür.
Üyelerimizden Deniz Erdem ve Ekin Erdem Evliya hakkında Üniversite Disiplin Kurulu(Üniversite Yönetim Kurulu değil), 05.05.2015 gün ve 2015/17-18 sayılı kararı ile "Bir Yıl Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezasına" çarptırılmışlardır.Adı geçenler, bu karara YÖK-YDK'nda itirazda bulunmuşlardır. YÖK-YDK üyelerimizin itirazlarını yerinde bularak, 14.07.2015 gün ve 2015/80 sayılı kararı ile, Üniversiteniz Disiplin Kurulunun(ÜDK) verdiği cezasını ortadan kaldırmıştır. YÖK-YDK bu kararında, Üniversitenizce verilen “Bir Yıl Süre ile Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezasının” KALDIRILMASINA KARAR VERMİŞTİR. Üniversiteniz, YÖK-YDK'nun bu karar üzerine, üyelerimizin durdurulan terfi işlemlerinin yerine getirilmesini gerçekleştirmiştir. (Bkz.YÖK Başkanlığının üyelerimize yönelik olarak gönderdiği 03.11.2015 gün ve 9610 sayılı karar bildirimi, Personel Daire Başkanlığınızın 24.04.2016 günlü Rektörlük Onaylı ve yine Personel Daire Başkanlığınızın 28.04.2016 gün ve 2434 sayılı yazısı).
Bu gerçekler, işlemleriniz ve bildirimleriniz ortada iken, YÖK'ün verdiğiniz cezayı, itiraz üzerine ortadan kaldırdıktan sonra, üyelerimiz hakkında, bu kez 657 S.Y. uyarınca işlem yapmanız, yeniden soruşturma açmanız, ifadeye çağırmaksızın savunmaya çağırmanız hukuksal da değildir, yasal da değildir. YOK HÜKMÜNDEDİR.
Üyemiz Çağlar Dölek'in durumu ise, daha bir ilginçlik taşımaktadır. Dölek hakkında Üniversiteniz tarafından önerilen "kamu görevinden çıkartılma cezası”, YÖK-YDK tarafından ret edilmiş, kendisine "kademe ilerlemesinin durdurulması cezası"  verilmiştir. Başkanlığınız bunu da yeniden işleme sokmuştur.
2. Fen Bilimleri Enstitüsü Arş.Görevlisi Mert Kükrer hakkında ise, Rektörlüğünüz/Başkanlığınız yeni usulsüzlüklerinin üretilmesine katkıda bulunmuştur. Rektörlüğünüzün Mert Kükrer hakkında önerdiği “kamu görevinden çıkarma Cezası”, YÖK-YDK’nun 14.10.2015gün ve 2015/80 sayılı kararı ile, ret edilmiştir. YÖK Başkanlığı, bu kararını, 03.11.2016 gün ve 9610 sayılı yazısı ile, üyelerimize ve Rektörlüğünüze bildirmiştir. Burada yapılması gereken, YÖK-YDK’nın ret kararında ret gerekçeleri olarak sıralanmış eksikliklerin giderilmesi ve buna göre yeni bir hüküm kurmanızdır. Yukarıya alıntıladığım YÖK-YDK’nun bu kararında sıralanan “Mert Kükrer’e isnat edilen fiilin hiçbir şüpheye mahal vermeyecek nitelik ve derecede ortaya koymak”, eyleme katılan diğer sendika üyelerinin ifadesini almak”, “yalnızca öğrencilerden alınan ifadeler arasındaki çelişkiler gidermek” ve “Mert Kükrer’e isnat edilen fiili tüm unsurları ile netleştirmek”tir.Ve asıl önemlisi, bu karara söz ve oyla katkıda bulunduğum bu YÖK-YDK Kararı ile Rektörlüğünüze önerilen “Rektörlüğünüzün yaşanan olayları yatıştırma ve uzlaşmacı yaklaşım sergileyerek, olayın soruşturma boyutuna taşınması yanlışına düşmemek” tir.
Başkanlığınız, bu karar ve gerekçesini okumadan ve bunların hukuksal sonuçlarını göz önüne almaksızın, YÖK-YDK tarafından mahkum edilen önceki kararlarınızın(ÜDK’nun 05.05.2015 gün ve 17-18 sayılı kararı) kaynağını oluşturan soruşturmacı raporunu hortlatarak,yeniden dolaşıma sokmuştur.
Bu arada üyemiz Mert Kükrer, 27.10.2016  gün ve 25968, 15969 ile 15974 sayılı yazılarla Rektörlüğünüze/Başkanlığınıza başvuruda bulunarak, tüm bu hukuksuzluk ve yasadışılıklar  ile yanlışlıklara itiraz etmiştir. Farklı içerik taşıyan başvurulara verdiğiniz tek karşılık 01.11.2016 gün ve 640/858 yazınız olmuştur.
Bu yazınızda; üzerinden 1 yıldan uzun süre geçmiş YÖK-YDK ‘nun (yazınızda bu Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Yüksek Disiplin Kurulu diye geçmektedir ki, bu adla adlandırılan bir kurul yoktur,doğrusu Yüksek Disiplin Kurulu’dur. YÖK Genel Kurulu aynı zamanda Yüksek Disiplin Kurulu olarak görev yapar (Bkz. Mülga DY,Bölüm V,Md.37,43) 14.10.2015 günlü kararında ileri sürülen eksiklikler…soruşturmacılar tarafından yeniden değerlendirilmiş (bu eksiklikler YÖK-YDK kararında, Mert Kükrer’e isnat edilen fiilin hiçbir şüpheye mahal vermeyecek nitelik ve derecede ortaya koymak”, eyleme katılan diğer sendika üyelerinin ifadesini almak”, “yalnızca öğrencilerden alınan ifadeler arasındaki çelişkiler gidermek” ve “Mert Kükrer’e isnat edilen fiili tüm unsurları ile netleştirmek”tir) ve “devlet memurluğundan çıkarma cezası önerilmiştir” denilmekte ve bu önerinin ÜYK’nca  (ÜDK olması gerek) uygun bulunması halinde,disiplin soruşturma dosyanız YÖK Başkanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilecek, 657 S.Y.nın 129 uncu maddesine göndermede bulunarak, sözlü yada yazılı olarak vekiliniz vasıtasıyla savunma yapmanız mümkündür" denilmektedir.
Mert Kükrer’in başvuruları dikkatle incelenmiş olsa idi, Kurumunuzun görev ve yetkililerinin bu denli bilisizlik sergilemeleri mümkün olmayacaktı. Örneğin, görevli ve yetkilileriniz bilisiz olmasa idi, Mert Kükrer’e,yasa ve hukuk dışı yöntemle yapılan değerlendirme sonucu olan “devlet memurluğundan çıkarma cezası önerisinin, ÜDK unda görüşülemeyeceğini, bu türden önerilerin ancak Yüksek Disiplin Kurulu yetkisinde olduğunu bilebileceklerdi. Yine, görev ve yetkilileriniz, bilisizlik bataklığında boğulmamış olsalardı, savunma hakkının, her aşamada, ister disiplin amiri, ister disiplin kurulu ve isterseler YDK’nda sözlü yada yazılı biçimde kullanabileceğini, sözlü savunmanın yalnızca YDK aşamasında ve yalnızca vekil eliyle olmayacağının ayırdında olurlardı.
Resmen açılmayan, çağrı ve gündemi tarafımıza verilmeyen, söz ve karar sahibi olarak değil de, görüşlerine başvurulan biri olarak katıldığım ve bana göre  bir sohbetten öte anlam taşımayan Kurulunuzda, ben “üyelerimize özgü disiplin dosyalarını hangi kurul olarak yürütüyorsunuz?” sorusunu sormuş, AYM ve Danıştay Kararları uyarınca YÖK-YDK’nun “YOK” olduğunu belirterek, 657 S.Y.nın da 126. Madde ikinci fıkrasının da uygulanamayacağını, çünkü ÜDK’nun “Yüksek Disiplin Kurulu”  olarak tanımlanmamış olduğunu belirttim.(657 S.Y. Madde 126 - Değişik fıkra: 12/05/1982 - 2670/32 md) Devlet memurluğundan çıkarma cezası amirlerin bu yoldaki isteği üzerine, memurun bağlı bulunduğu kurumun yüksek disiplin kurulu kararı ile verilir” . Üniversitelerin, kamu tüzel kişiliğine sahip Anayasal kurumlar olduğunu, zorlamalı olarak uygulanan 657.S.Y.nın tanımladığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun, bağlı bulunulan öteki kamu kuruluşlarına özgü bir kurul olduğunu toplantıda belittim. Üniversitelerin “YÖK’na bağlı genel müdürlük, başkanlık, şube yada il müdürlüğü benzeri kuruluşlar olmadığının altını çizdim. (Değişik fıkra: 12/05/1982 - 2670/32 md) Disiplin kurulu ve yüksek disiplin kurulunun ayrı bir ceza tayinine yetkisi yoktur, cezayı kabul veya reddeder. Ret halinde atamaya yetkili amirler 15 gün içinde başka bir disiplin cezası vermekte serbesttirler) Bütün bu yol gösterici görüş ve önerilerime itibar edilmedi ve yokluğumda, üyelerimiz hakkında, soruşturmacıların önerdikleri cezalardan daha düşük cezaların (kınama cezaları yerine uyarı, devlet memurluğundan çıkarma yerine üç yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezaları) verildiğini öğrenmiş bulunmaktayım. İzniniz olursa burada bir saptamada bulunmak istiyorum: “Bilisizliğin bu kadarı ancak günümüz üniversite tabelası asılı olan kurumlarda olur!”
Mert Kükrer, son savunmaya yönelik çağrınız gereğini yerine getirebilmek için, YÖK-YDK kararı sonrasında soruşturmacılarca yeniden değerlendirilen soruşturma dosyası hakkında bilgi istiyor, son savunmasını sözlü olarak yapacağını bildiriyor ve ÜDK toplantısında savunmanı ile Sendika Temsilcisinin bulunmasının sağlanmasını istiyor.
Promosyon eylemi üzerine açılan soruşturma sırasında, hiç olmazsa, soruşturmacılar tarafından ifadeye çağrılan üyelerimize, disiplin işlemine konu kılınan eylemleri hakkında bilgi verilmiş, belgeleri incelemelerine olanak tanınmıştı. Ve disiplin amiri olan Üniversiteniz Rektörü, şimdiler mülga olan DY’nin 33/d maddesi uyarınca, kamu görevinden çıkarma önerisinde bulunmuş, YÖK-YDK’nda Mert Kükrer, avukatı ve Sendika Temsilcisi olarak katıldığım oturumda savunmasını yapmıştı.
Siz ise, Rektör olarak, 01.11.2016 gün ve 640/858 yazınızda belirttiğiniz ve 08.011.2016 günlü, çağrısız ve gündemsiz ÜDK toplantısında, YAPILMAMASI GEREKENİ YAPARAK, Mert Kükrer hakkında, bu kez “devlet memurluğundan çıkarma cezasını”, ÜYK(ÜDK olması gerek) onayına sundunuz, hakkında disiplin işlemi yapılan üyemize sözlü savunma yapma, savunman bulundurma hakkını tanımadığınız gibi, Sendika Temsilcisinin varlığına ise, söz ve karar sahibi olarak değil de, orada bulunmasına katlandığınız bir varlık olarak yaklaştınız.
  1. Eğer, YÖK-YDK tarafından ret edilerek ortadan kaldırılan dosyaları,bu kez 657 Sayılı Yasaya göre açmak istiyor iseniz, yapmanız gereken, önceki soruşturma raporunu,bu kez önerilen cezaları indirerek önümüze getirmek değildir. Çünkü soruşturmanın yasal ve hukuksal dayanağı ortadan kalkmıştır. Yeniden, 657 S.Y. göre soruşturma açacak iseniz,  657 S.Y.’da varolan zamanaşımını gözeterek,yeni bir soruşturmacı yada soruşturma kurulu belirleyerek, üyelerimizi ifade vermeye, tanıklarını dinletmeye,kanıtlarını ortaya serme olanağını vermeniz gerekirdi.Bunların hiç biri yapılmamış, YÖK-YDK Kararı ile mahkum edilmiş önceki soruşturma raporu, belki de, tarihleri değiştirilmeksizin yeniden tedavüle sürülmüştür. Bunun da nedenini kin ve hıncını baskılayamayan kimilerine verilmiş bir ödün olarak düşünmekteyim.
SONUÇ VE ÖNERİLERİM:
Yukarıda yaptığım ayrıntılı açıklamalar doğrultusunda;
YÖK-YDK iptal kararlarına sonrası yapılan yeniden soruşturma yada değerlendirmelerin ortadan kaldırılması ve üyelerimiz Deniz Erdem, Ekin Erdem Evliya ve Çağlar Dölek ile, önerilen cezanın usule uygun olmaması nedeni ile kabul edilmeyen ve geri gönderilen Mert Kükrer’e, yokluğunda yapılan tüm disiplin soruşturma/değerlendirme işlemlerinin yok sayılmasını;
YÖK-YDK’nun 14.10.2015gün ve 2015/80 sayılı Kararı ile Rektörlüğünüze gösterdiği doğru yola girilerek,19.12.2014’de yaşandığı ileri sürülen olaylarda sergilenmeyen “yatıştırıcı ve uzlaşmacı yaklaşımın sergilenmesini”, aradan iki yıla varan zaman geçen ve YÖK-YDK tarafından ret edilen işlemler için,yeniden “disiplin soruşturması boyutuna girişilmemesini” ;
önermekteyiz.
Ne var bunda?.YÖK-YDK tarafından ret edilen “bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası” yerine, önerilen “kınama cezalarını”,üç üyeniz için “uyarı cezası” ; üyeniz Mert Kükrer için önerilen “devlet memurluğundan çıkarma cezası” yerine “üç yıl kademe ilerlemesini durdurma cezası” verdik” demeniz ve buna razı olmamızı beklemeniz, hukuksuzluğa, yasadışılığa boyun eğmemizin yarısıra, olası bir başka disiplin işleminde “iyi halden yararlanılmasını” ortadan kaldıracaktır. Ayrıca, üyelerimizin ne kadar hafif, önemsenmez olursa olsun, sicil dosyasında disiplin cezasına muhatap kılınmaları, onların gelecekleri açısından, meslek yaşamları açısından önemli olumsuzlukların nedeni olarak karşılarına çıkartılabilir.
Bu nedenle; ÜDK’nu yeniden toplamanızı ve önceki 08.11.2016 günkü kararlarınızı ortadan kaldırmanız gerektiğini sizlere önermekteyim.
Kaygılarımın yerini saygılarımın alması dileklerimle. 11.11.2016
                                                                                              Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
                                                                                  ODTÜ Üniversite Disiplin Kurulu Üyesi
                                                                                      (Eğitim-Sen Temsilcisi Olarak)
                                                          





Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
Eğitim-Sen  ÜDK ve YÖK-YDK Temsilcisi
0532 513 39 52


ODTÜ DİSİPLİN KURULU BAŞKANLIĞINA

İlgi; 1.  Rektörlüğünüzün 10.01.2017 gün ve 158 sayılı yazısı ve eki 06.12.2016 günlü Tutanak,
        2. Rektörlüğünüzün 12.01.2017 gün ve 218-494 sayılı yazısı,
        3. Eğitim-Sen Ankara 5 Nolu Şube Başkanlığının 16.01.2017 gün ve 2017/800/23 ve 24 sayılı                   yazıları.

Üniversiteniz çalışanlarından olup da, Üniversiteniz Disiplin Kurulunda disiplin dosyası görüşülecek üyelerimizin Temsilcisi olduğum Eğitim-Sen’e gönderdiğiniz ilgi (1) deki yazınız ile, hakkımda disiplin sürecinin işletilmesi ve bundan sonra benim görevlendirilmememi istemektesiniz. Bu isteminize gerekçe olarak da, 06.12.2016 günü yapılan ve üyelerimizden Deniz Erdem ile Çağlar Dölek’in dosyalarının görüşülmesi sırasında sergilenen hukuk dışılığa ve gerçeklik taşımayan savlarınıza yönelik olarak karşı çıkışım gösterilmektedir. Tek yanlı olarak, Üniversiteniz Disiplin Kuruluna katılmaları mümkün olmayan kimselerin de imzası bulunan tutanağın kendisi de, yanlışlıklar ve bilisizlikler ile örülmüştür. Öncelikle, tutanakta 12 imza bulunmaktadır. Oysa ki, web sayfanızda Üniversiteniz Disiplin Kurulu’nun üye sayısı, 12 olmayıp, (Rektör+5 dekan+3 seçilmiş profesör) 9 üyeden oluşması gerekir. Üyelerden Mimarlık Fakültesi Dekan Vekili Prof.Sargın’ın imzası olmadığından, ÜDK’nun 8 + Sendika Temsilcisi olarak ben olmak üzere, 9 üyeden oluşması gerekirdi. Prof. Altunışık, Prof.Sayan,Prof.Sanin ile Prof.Barlas’ın bu tutanak altında imza sahibi olmaları,hangi sıfattan kaynaklanmıştır? ÜDK’na katılmamaları gereken bu kimseler, eğer anılan toplantıya gerçekten katıldı iseler, hangi sıfatla bu toplantıda yer almışlardır? Bu dört sayın profesörlerden hangisi, tutanakta imzası olmayan Prof.Sargın yerine katılmıştır? ÜYK toplantılarına yalnızca üyeler katılır. Yerine,örneğin dekan yardımcılarından biri bile bu toplantıya katılamazlar. Çünkü; 6764 Sayılı Yasa ile getirilen 2547 S.Yasanın 53/Ç maddesinin sondan iki önceki paragrafta “disiplin cezası verme yetkisi devredilemez” denmektedir.

Ben, Üniversiteniz Disiplin Kuruluna iki kez girdim. İlk katıldığım toplantıda yaşadıklarımı ve bu toplantının hukuksal mevzuata aykırı olduğunu, Kurula, söz ve karar sahibi  üye olarak katılmam gerektiğini, bu nedenle karara oyumla katılmam gerektiğinin dayanaklarını sizlere, sözlü ve sonrasında ise,tüm ÜDK üyelerine yazılı olarak bildirdim. 6 Aralık 2016 günlü toplantıya, 08.11.2016 günkü toplantıdaki aykırılıklar konusunda, 11.11.2016 günlü uyarıcı yazımdan sonra katıldığımda, değişen bir şey olmadığını gördüm ve bu nedenle de, görüşmeye geçilmezden önce, bu durumun  bir tutanağa bağlanmasını, hakkında görüşme yapılacak üyelerimize ilişkin disiplin dosyasının tarafıma verilmesini  ve bunun yanı sıra sunumda bulunmak için katılmayacağımı belirttim. 08.11.2016 günkü toplantıda olduğu gibi, bu istemlerim karşılanmadı ve üyelerimizden birine dosyasının verildiği bilgisi üzerine, buna ilişkin tebellüğ/tebliğ belgesinin verilmesini istedim. Bu istemim de karşılanmadı. 08.11.2016 günkü oturumda yer alan bir kadın(sıfatı ve ismini bilmemekteyim), dosyanın gizli olduğunu, karardan sonra verilebileceği doğrultusunda yanıt vermesi, Kurulun resmi üyeleri ile resmi olmayan katılımcılarının hukuk devleti konusundaki görüşlerini öğrenmiş oldum.

Tutulma tarihinden(06.12.2016), 35 gün sonra, YÖK’nun üyelerimizin yaptığı itiraz üzerine, dosyaları,işlemin sahibi olarak Başkanlığınıza göndermesi sonrası gönderilen “Tutanak”taki çarpıklık ile bilisizlik konusunda sizleri,yine aydınlatmak isterim: Tutanakta,  toplantı odasını terk etmeye çağrılmamın bir  gerekçesi de“… zaten savunmasını bitirmiş olan…”  denilerek açıklanmaktadır. Önce şunu belirtmek isterim. “Ben üyelerimizin savunmanı değilim, toplantıya üyelerimizin bağlı bulunduğu sendikanın temsilcisi  ve söz ve karar sahibi olarak, ÜDK’nuzun üyesi sıfatı ile katılmaktayım”. Ve oylamaya katılma, var ise muhalefet oyumu belli etme, katılan üyelerin imzasını taşıyan karar tutanak özetinden bir adet alarak ayrılma hakkına sahip birisiyim. Siz de bu nedenle, dosyası görüşülecek üyemize savunmanını işaret et diye yazmıyor, temsilci bulundurmak hak ve yetkisine sahip Sendika’ya başvuruyorsunuz.”. Bunu bir kişilik sorunu yapmak istemiyorum. Fakat, üniversite denilen bir kurumun, özellikle katılımcı demokrasiye saygı göstermede örnek olması gereken kurumların en önünde olması gerektiğini düşünen biriyim.

Bakın size, 19 Ocak’ta gerçekleştirilecek üç üyemizin dosyasının görüşüleceği toplantı çağrısında bulunan YÖK-YDK Başkanlığı’nın 10.01.2017 gün ve 2299 sayılı yazısından bir alıntı sunmak istiyorum: “…Sendikanız üyelerini temsil etmek üzere, Sendikanız tarafından görevlendirilecek temsilcnin bu konuda bilgilendirilerek, 19.01.2017 tarihi Perşembe günü saat 15.00’da başlayacak olan Yüksek Disiplin Kurulu toplantısında adı geçen üyeleriniz hakkındaki teklifin görüşülmesi sırasında Kurulumuzda bulunmasının sağlanması gerekmektedir. SENDİKA TEMSİLCİSİNİN, DİĞER KURUL ÜYELERİMİZ GİBİ ADI GEÇEN ÜYELERİNİZE AİT KURULUMUZDA MEVCUT SORUŞTURMA DOSYALARINI, KURUL TARİHİNDEN ÖNCE KURULUMUZA BAŞVURARAK İNCELEYEBİLECEĞİ HUSUSUNDA BİLGİLERİNİZİ RİCA EDERİM-  Başkan Adına Prof.Dr.Metin Topçuoğlu”

Sizlerin 8.11.2016 günkü toplantıda, bu konularda bilgi sahibi olmadığınız yolundaki açıklamanıza katkıda bulunmak için iki belgeden alıntıda bulunacağım : Bunlardan ilki Bakanlar Kurulu Kararına konu olan “Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmeliğiniin 4. Maddesinin ikinci fıkrası’dır. Aynen aktarıyorum : “ Hakkında disiplin soruşturması yürütülen devlet memurunun üyesi olduğu sendikanın temsilcisi de bu maddede belirtilen disiplin ve yüksek disiplin kurullarında yer alır. Her bir disiplin ve yüksek disiplin kurulunda görevlendirilen temsilci ilgili sendika tarafından önceden bildirilir. Bu ŞEKİLDE ÜYESİ ÇİFT SAYIYA ULAŞAN KURULLARDA OYLARIN EŞİTLİĞİ HALİNDE BAŞKANIN BULUNDUĞU TARAFIN KARARINA İTİBAR EDİLİR”. İkincisi ise 01.06.2012 gün ve 28310 sayılı RG’de yayımlanan “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun 29.05.2012 gün ve 2012/1 Sayılı Kararının” 20 maddesidir. Aynen aktarıyorum: “…hakkında disiplin soruşturması yürütülen kamu görevlisinin üyesi olduğu sendikanın temsilcisi,yükseköğretim kurumları disiplin ve yüksek kurullarında yer alır”.

İlgi (1)’deki yazınızın ikinci paragrafında, “sendika temsilcisi olarak görevlendirilmememi, görevlendirilmem durumunda katılımımın kabul edilmeyeceği” bildirilmektedir. Böyle bir istemde bulunmak hakkına sahip olmadığınız gibi, böyle bir istem tarafı olduğumuz İLO’nun 87 numaralı “Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşmesi”nin 3. Maddesine, “ TEMSİLCİLERİNİ SERBESTÇE SEÇMEK HAKKINA” aykırıdır. Bu kurala uymak, Anayasamızın 90. Maddesi uyarınca herkese ve bu arada Başkanlığınıza da düşen bir görevdir.

Sendikam Eğitim-Sen, ilgi (3) olarak belirttiğim yazı ile Başkanlığınıza, 17 Ocak 2017 günlü ÜDK toplantısına Mustafa Altıntaş olarak benim katılacağımı bildirmiştir. Bu bildirim tarafıma da iletilmiştir. İlgi (2) olarak belirttiğim yazınız ile bildirdiğiniz  ve 17 Ocak 2017  günü,saat 15.30’daki iki üyemizin itirazlarının görüşüleceği ÜDK toplantısına katılmak üzere,toplantı yeri olarak belirtilmiş bulunan Senato Toplantı Salonu önünde bulunacağım. Bu disiplin dosyalarınızın gündeminizden ve gündemimizden düşmesi dileklerimle. 19 Aralık 2014’den bu yana süregiden bu dosyalardan yorgun düştüğümüzün de altını çizmek isterim.

Bilgi ve gereğini rica ederim.

Saygılarımla.16.01.2017                                                                    Prof.Dr.Mustafa Altıntaş





Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
ODTÜ Disiplin Kurulu Üyesi
(Eğitim-Sen Temsilcisi Olarak)


ODTÜ DİSİPLİN KURULU BAŞKANLIĞINA

İlgi; 1. Rektörlüğünüzün 12.01.2017 gün ve 218-494 sayılı, toplantıya çağrı yazısı,
2. Eğitim-Sen Ankara 5 Nolu Şb.Bşk.lığının, 16.01.2017 gün ve 2017/800/23 ve 24 sayılı yetkilendirme yazısı.

Üniversitenizde görevli Sendikamız üyelerinden Mert Kükrer ile Barış Çelik’in; haklarında, Üniversiteniz Disiplin Kurulu(ÜDK)’nun 08.11.2016 günlü toplantısında verilen disiplin cezalarına itirazlarının görüşüleceği 17.01.2017 günü,saat 15.30’daki toplantısına katıldım.

Sendika temsilcisi “ÜDK ÜYESİ” olarak,; söz ve karar  hakkına sahip üye sıfatı ile   katılmam gereken bu toplantıya, 08.11.2016 ve 06.12.2016 günkü toplantılarda olduğu gibi, katılımımın “ÜDK Üyesi” olarak değil, ”konuk konuşmacı” kabulü biçiminde gerçekleştirilmiştir. Yanısıra,ÜDK’nun oluşumu ve başkanlığı da,  09 Aralık 2016 günlü R.G.’de yayımlanan 6764 Sayılı Yasa ile 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 53 üncü maddelerine açıktan aykırı olarak gerçekleştirilmiştir. Bunları, Yönetiminizi sürekli suç işleyen,yasa çiğneyen konumdan uzaklaştırmak, katılım hakkıma yapılan hukuksuz tecavüzü ortaya sermek ve yapılan toplantının ve alınan kararların( üyelerimizin lehine yada aleyhine olsunlar) “YOKLUK” ile sakatlanmış olduğunu belirtmek için sıralıyorum:

I.                    SENDİKA TEMSİLCİSİ OLARAK DİSİPLİN KURULUNDA GÖREV YAPMAM ENGELLENEREK, SUÇ İŞLENMİŞTİR:

Sendika Temsilcilerinin disiplin kurulları ile yüksek disiplin kurullarına “ÜYE” sıfatı ile, söz ve karar sahibi olmalarını gerektiren iki yasal düzenleme bulunmaktadır.  Bunlardan ilki “17.09.1982-8/5336 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararına dayalı “DİSİPLİN KURULLARI VE DİSİPLİN AMİRLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK” (Ek fıkra: 4/7/2005 – 2005/9138 B.K.K.) Hakkında disiplin soruşturması yürütülen Devlet memurunun üyesi olduğu sendikanın temsilcisi de bu maddede belirtilen disiplin ve yüksek disiplin kurullarında yer alır. Her bir disiplin ve yüksek disiplin kurulunda görevlendirilen temsilci ilgili sendika tarafından önceden bildirilir. Bu şekilde üyesi çift sayıya ulaşan kurullarda oyların eşitliği halinde başkanın bulunduğu tarafın kararına itibar edilir.” hükmüdür. Bu maddede de görüldüğü gibi, temsilci katılımının nedeni, sendika üyesine moral vermek, onunla birlikte toplantı yerinde bulunmak yada DK’na sunumda bulunmak değildir. Temsilci toplantıya ve görüşmelere katılacak ve oy kullanacak, oyunun, gerekiyorsa gerekçesini karara geçittirecektir.

Bu konuda ikinci dayanak, Sendikamıza, Rektörlük olarak temsilci bildirme konusundaki 12.01.2017 gün ve 218-494 sayılı çağrınızın son tümcesidir :”…Sendika Temsilcinizin, 2016 ve 2017 Yıllarını Kapsayan 3.Dönem Toplu Sözleşme’nin Genel Hükümler Başlıklı 20. Maddesi gereğince…” dir.

Bütün  bunlar toplantıda dile getirilmiş, Rektörlüğü’nüzce iki üyemizle ilgili disiplin cezası önerinizin geri çevrildiği 14.10.2015 günlü YÖK-Yüksek Disiplin Kurulu Kararı altındaki Sendika Temsilcisi olarak imzam gösterilmiştir. Ancak,tüm bu anımsatmalarıma kulaklar ve gözler kapatılmış, bilerek ve isteyerek yasal hakkımın kullanımı engellenmiştir. Suç işlenmiştir.




II.                 ÜNİVERSİTE DİSİPLİN KURULU OLUŞUMU VE BAŞKANLIĞI 2547 SAYILI YASANIN E MADDESİNE AÇIKTAN AYKIRI OLUP,TOPLANTI VE ALINAN KARARLAR YOK HÜKMÜNDEDİR:

Bilinmesi gerektiği gibi; 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 53 üncü maddesinin (b) fıkrasının AYM tarafından iptali nedeni ile, 1982’den beni disiplin işleyişini düzenleyen Disiplin Yönetmeliği’nin dayanağı kalmamıştır. Bu karara karşın YÖK’nun, AYM nın iptal kararına karşın, Yönetmelik ile disiplin terörünü yürütme girişimi, Danıştay İdari Dava Daireleri ve Danıştay 8. Daire Kararları ile önlenmiştir.

Bu boşluğu doldurmak amaçlı olarak, 10 Aralık 2016 günlü RG yayımlanan 6764 Sayılı Yasanın 26 – 30 uncu maddeleri ile 2547 Sayılı Yasanın “Disiplin ve Ceza İşleri” başlıklı “Dokuzuncu Bölüm” yeni baştan düzenlenmiştir.

İki üyemizin, ÜDK’nun 8.11.2016 günlü haklarında verilen “bir ve üç yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası”na yaptıkları itiraz, YÖK Başkanlığı tarafından, yetkisizlik nedeni ile Başkanlığınıza gere gönderilmiştir. Yani, 17.01.2017 günlü ÜDK toplantısının nedeni bu yeni düzenlemedir.

17.01.2017 günlü ÜDK’nun toplantının yapıldığı salona çağrılarak girdiğimde, Başkanlık koltuğunda “Prof.Dr.Ersan Akyıldız” ın, öteki koltuklarda ise, ÜDK’nın olagan üyelerinin oturduğunu gördüm. Sayın Akyıldız; kendisinin başkanlık etmesinin gerekçesini, 2547 Sayılı Yasanın eklenen 53/E maddesinin ilk tümcesine göndermede bulunarak, “en kıdemli profesör” olarak açıklamıştır. Bu açıklama üzerine; “şu an ÜDK’na katılanlar arasında en kıdemli profesör” olarak benim başkanlık yapmam gerektiğini, tutanağa geçirilmesi isteği ile itiraz ettim. Yanısıra, itiraza konu 08.11.2016 günlü ÜDK toplantısına başta, yokluğumda kendisini başkan olarak konumlandıran Akyıldız  olmak üzere, görev alan hiçbir üyenin katılmaması gerektiğini, ÜDK’nun bu nedenle oluşmaması durumunda, üyeliklerin eşdeğer ünvana sahip öğretim üyeleri arasından Senato tarafından belirlenen üyelerdenbelirlenmesi gerektiğini, bu nedenle toplantının geçersiz ve yok hükmünde olduğunu belirttim.Ancak,Başkan bu itirazlarımın kayda alındığını, kendilerine verilen görevi yapmak durumunda olduklarını belirterek toplantıyı sürdürdü.

İtirazlarıma ve yasa hükümlerinin açıktan çiğnenmesine  konu 53/E maddesinin son iki paragrafını buraya alıntılıyorum: “Soruşturmalarda görev alanlar disiplin kurullarındaki oylamalara, disiplin kurulunda görev alanlar ile disiplin cezası verenler, BU CEZALARA İTİRAZIN GÖRÜŞÜLDÜĞÜ KURULLARDAKİ OYLAMALARA KATILAMAZLAR. / Herhangi bir sebeple, disiplin kurullarının teşekkül edememesi halinde eksik üyelikler, eşdeğer ünvana sahip öğretim üyeleri arasından senato tarafından belirlenen üyelerce tamamlanır”.

İtirazlarımın dinlenmemesi, konumumun kabul edilmemesi üzerine, yapılan yok hükmündeki bu toplantıda bulunmanın zaman kaybı olduğunu, alınacak kararların temsilcisi olduğum üyelerimizi bağlamayacağını, bu kararlara imza atanların suç işlediklerini belirterek toplantıdan ayrıldım.


III.             KURUL ÇALIŞMALARINDAKİ AYKIRILIKLAR:

Yasal ve usulüne göre yapılan ÜDK toplantılarındaki aykırılıkların ilki, disiplin dosyasının Sendika Temsilcisi ile hakkında disiplin kararına varılacak üyelerimize, toplantı öncesinde ve sırasında bile verilmemesidir. Yönetiminiz, bilgi sahibi olmaksızın toplantıların yapılması gibi, akıl almaz bir yönelme içindedir. Katıldığım üç toplantıda da aynı durumla karşılaştığım gibi,toplantılara katılanların önünde de, üzerinde görüşme açılacak ve yargı ile karara varılacak disiplin dosyasının olmamasıdır. Yani, üyeler, bilmedikleri, görmedikleri, okumadıkları ve bu nedenden bilgi sahibi olmadıkları ceza önerileri için yalnızca el kaldırmaktalar. Bu, arama, sorgulama ve bilme fideliği olması gereken üniversite tabelası taşıyan kuruluşlar açısından, bu kurullara katılanlar açısından yakışır bir işleyiş olmadığını düşünmekteyim.
Bir başka usulsüzlük ve yasaya aykırılık,   “Kurulların Görüşme Usulü” başlıklı 13.maddesinde ki;“Kurullarda raportörün açıklamaları dinlendikten sonra işin görüşülmesine geçilir. Konunun aydınlandığı ve görüşmelerin yeterliği sonucuna varılınca oylama yapılır. Kurullar oy çokluğu ile ve açık oyla karar verirler. Oylamada çekimser kalınamaz. Başkan oyunu en son kullanır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu tarafın oyu üstün sayılır. Karar Başkan tarafından açıklanır.Karar özeti üyeler tarafından imzalanan bir tutanakla tespit edilir” kurallarına aykırı olarak yürütülmekte ve sonlandırılmaktadır.
Katıldığım üç ÜDK toplantısında da, bu hükümlere uyulması gereğini anımsatmama, karar özetinin, katılan üyelerce imzalanarak bir örneğinin tarafıma verilmesi konusundaki istemimin gereği yerine getirilmemiştir. Profesör sıfatını taşıyan ÜDK üyeleri ise, bu hukuksuzluklar ve kendi haklarına da saldırı anlamı taşıyan işleyiş karşısında tam bir “kuzuların sessizliğine” gömülmüşlerdir.
IV.              SONUÇ:
Yukarıdaki hukuksal ve yasal dayanaklar doğrultusunda;
08.11.2016, 06.12.2016 ve en sonu 17.01.2017 günlü ÜDK toplantılarının ve bu toplantılarda alınan kararların tümü ile geçersiz ve yok hükmünde olması nedeni ile ortadan kaldırılmasını;
Bundan sonraki Disiplin Kurulları toplantılarında hukuk ve yasa kurallarının gereklerine uyulmasını;

Bunlara uyulmayıp, 8/5336 Sayılı BKK’nın “Disiplin Amirlerinin Sorumlulukları” başlıklı 19. Maddesi uyarınca yasalarca verilen yetkilerinizi;  kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınan hakları gözönünde tutan, hakkaniyet ve eşitliği esas alan bir tutum ve davranış için de kullanmak ile yükümlü”  olduğunuzu anımsatırım.
Üyelerimiz hakkında haksız ve hukuksuz disiplin işlemlerinin yapılmaması ve bu nedenle Fakülteleriniz, Üniversiteniz Disiplin Kurulu toplantılarına katılma zorunda kalmamam,başlıca dileğimdir.
Bilgi ve gereğini rica ederim. 17.01.2017                                         Prof.Dr.Mustafa Altıntaş









Cumhuriyet Gazetesi'ne yayımlanmak amacı ile gönderdiğim ve KHK kıyımını konu alan yazım.15.01.2017



Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
YÖK-Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi
(Eğitim-Sen Temsilcisi)

KENDİ HUKUKUNUN BİLE ELDEN GİTTİĞİNİN AYIRDINDA OLMAYAN KURUM: ÜNİVERSİTE

Türkiye’nin rejimini, ulusal egemenliğin kullanımını, denge ve denetim organlarından kopartıp, tek kişiye teslim eden Anayasa değişiklik önerisinin ilk turu sonlandı. Böyle bir yaşamsal konuda kendi varlığını yadsıyan kurumların başında gelen kurum üniversite ve sayıları 162’ye varan hukuk fakülteleri oldu. Kendi hak ve hukuklarının elinden alınmasına bile “koyun sessizliğine” düşenlerden, rejim değişikliği önerisine ses çıkarmasını beklemek, düş kurmakla eşdeğerlilik taşımakta. Bu gerçek, üniversite tabelalı kurumların, hiçbir işe yaramayan diploma dağıtan kurumlar olduğunun kanıtını oluşturmaktadır. KHK’lerden ilki, rektör atamasında, aday adaylarını belirleme hakkının, yine onların alkışları ile alınması oldu. Koyunların sessizliğine bürünenlerin ikincisi, yönetsel ve mali özerklikleri ellerinden alınan Özel-Vakıf Üniversiteleri oldu. Konu edineceğim “koyunların sessizliği ve hatta ihaneti” ise, YÖK ve üniversite organlarının yetkileri ile öğretim elemanlarının Anayasal görev güvencesinin ortadan kaldırılmasında sergilenmiştir.

Yararlı Salaklar” tarafından girişilen ve başarısızlığa baştan mahkum olması nedeniyle “Allahın lütfu” olarak kutsanan 15 Temmuz 2016 Kalkışmasından sonra başlayan ve süren OHAL sürecinde, KHK, mesleklerinden kopartılan akademisyen sayısı 4506. Bu KHK’in en sonu olan 6 Ocak 2017 günlü, 679 sayılı  KHK ile ihraç edilen 5.054 kamu görevlisinden 631’i akademisyen olup, içlerinde çok sayıda “bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin imzacıları da bulunmaktadır.
Bildirinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bildirinin yayımlanmasından hemen sonra, Cumhurbaşkanı, 11 Ocak 2016 günlü 8. Büyükelçiler Konferansı’nda, savcı ve yargıç cübbesini giyerek imzacı akademisyenleri “aydın müsveddeleri, karanlık ve cahil ihanetçiler vb.” olarak suçlayarak, “haddelerini bildirme çağrısı” yaptı.
Bu çağrıya en önde koşan YÖK Başkanı, buyruğun hemen sonrasında,13.01.2016’da 61 sayılı bir emirname yayımlayarak, yükseköğretim kurumlarında bildiriye imza atanlar hakkında “cadı avına başlanması”  emretti. Bu yarışta, YÖK Başkanının ve hatta Rektörlerin gerisinde kalan Başbakan Davutoğlu da,16 Şubat 2016’da 2014/4 sayılı bir genelge yayımlayarak, isimlerini belirtmediği terör örgütleri yada legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilintili olan kamuda çalışanlar hakkında hem idari ve hem de adli işlem başlatılması borusunu çaldı.
Birbirini izleyen bu buyruk ve hücum boruları karşısında “hazırolda” duran rektörler, hemen cadı avına başladılar ve imzacı barışçı akademisyenler hakkında disiplin soruşturmasına giriştiler. Kapıkulu rektörlerden çoğu okur-yazar olmamak nedeni ile olacak, bildiri imzalamayı “ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükun ve çalışma düzenini bozmak; boykot, işgal, engelleme,  işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak yada bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşik etmek,yardımda bulunmak” olarak tanımlayarak, birbiri peşisıra imzacı akademisyenler hakkında “Devlet Memurluğundan Çıkarma Cezası”  önerisi ile YÖK Başkanlığına koşuşturdular.
Ancak bu “akademisyen kıyımı”nın önü, önce AYM ve sonrasında ise Danıştay tarafından kesildi.AYM, 1982’den bu yana Anayasaya aykırı olan Disiplin Yönetmeliğinin(DY) dayanağı olan yasayı iptal etti. YÖK, elinden alınan disiplin giyotini kaptırmamak için, önce yasal düzenlemenin yapılmasına olanak vermek için tanınan 9 aya sığındı. Bu sığınak, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararı ile darmadağın edildi. YÖK’nun disiplin terörünün sürdürülmesi için icat ettiği (657 + DY) melez uygulaması da, Danıştay 8. Dairesi tarafından durduruldu.
Böylece tüm kıyım silahlarından yoksun kalan YÖK’nun imdadına,“Yararlı Salaklar Kalkışması”  sonrasında girilen OHAL ve  KHK yetişti.Tüm hukuk kurallarından, Anayasa ve yasa hükümlerinden kopartılmış olan ülkemizde YÖK’de “Allahın lütfundan” kendi açısından yararlanarak, barışa çağrı yapan akademisyenlerden kurtulma fırsatçılığına soyunmuştur.
Oysa ki, YÖK ve rektörler, okur-yazar  ve özsaygı sahibi olsalar, ikbal ile istikballerini biatçılık ve kapıkulluğunda bulmamışlardan olsalardı, KHK ile akademisyen kıyımına;  Anayasanın 130 uncu maddesindeki “üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; YÖK’nun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne surette olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar” hükmüne  sahiplenerek ve OHAL gerekçesi ile barış çağrısı yapanların bildirisinin bağlantısı olmadığı ile karşı çıkarlar ve akademisyen kıyımının ortaklığını yapmazlardı.

Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün üzerinde titremesi ve bunların korunması ve geliştirilmesi uğraşında bulunması gereken kurumların başında üniversitelerin yer alması gerekir. Böyle bir düş kurmadan beni alıkoyan YÖK ve yükseköğretim kurum yöneticilerinin kapıkulu kültürünün ürünü olmaları ve tam bir cehalet bataklığının içinde debelenir olmalarına tanıklığımdır.Tek bir örnek vereceğim. Akademisyen kıyımına büyük bir iştahla girişenlerden Düzce Üniversitesi Rektörü Çakar, buyruğun gereğini yaptığı müjdesini efendilerine duyurmayı bile beceremiyor. Müjdeyi verirken, üniversitesinin MEB’nın bağlı birimi sandığı “MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA(Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına) adresine gönderiyor. Cehaleti kutsayanın Yükseköğretim Denetleme Kurulu üyeliğine atandığı günümüzde, rektör sıfatını taşıyanın bu denli bilisiz olmasına şaşırmamak gerek. Vah ki ne vah!