17 Eylül 2016 Cumartesi

Bir dev adam, Tarık Akan, 66 yıllık ömründe, arkasında varlığını bizlere hep anımsatacak olan filmlerini, örnek olacak dik ve onurlu duruşunu, hep insandan yana oluşunu, ilkeli ve kararlı politik tutumunu, "Taş Mektebi"nin aydınlık gençlerini bize emanet ederek veda edip, beyaz atına binen bir prens olarak sonsuzluğa göçtü.Son soluğunu verinceye kadar, çok sevdiği bir başka dev adamın, Nazım Hikmet'in dizelerine uygun olarak"yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak / unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak." dizelerine uygun olarak yaşamak için direndi ve bizleri hep umutlandırdı.
Yarın, 18 Eylül Pazar günü,Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'ndan yola çıkıp, Teşvikiye Camiisinde, dostları ve sevenleri ile son kez bir arada olacak ve ışıklar içinde yatacağı Bakırköy Zuhurat Baba Mezarlığı'nda toprağı ile buluşacak. Yarın, Türkiye'nin her evinden bir cenaze çıkacak. Çünkü, Tarık Akan'dan hepimizde bir parça,bir anı var. Bize kattıkları için Dev Adama binlerce teşekkürler.
O'na veda eder,uğurlarken, 12 Ekim 2015 günü sonsuzluğa uğurladığımız,yine bir değerimiz,parçamız Levent Kırca'nınson sözlerini sizlerle paylaşmak isterim: "Benim jenerasyonumda(kuşağımda) insanın çabalarının meyvelerini görmeme durumuna mı üzülmeli;yoksa daha kötülerini yaşayamayacak olduğu için teselli mi bulmalı,şu an bilemiyorum".

Dileğim ve umudum,eğer alın ve akıl terimizi akıtmak koşulu ile, Tarık Akan'ı çabalarının meyvelerini yaşarken değilse bile, öldükten sonra O'na göstermektir. O'na karşı görevimizi bunu gerçekleştirndiğimizde yerine getirmiş oluruz. Uğurlar olsun Dev Adam.

14 Eylül 2016 Çarşamba

Sayın Kavukçuoğlu,


  • Bugünkü,9.9.2016 günlü "Üst Akıl Kolaycılığı" yazınızı büyük bir keyifle, ancak ülkem ve kurumlarımız adına ise üzüntü ile okudum. Yazınızda yer verdiğiniz ve Japon(!) Cumhurbaşkanı A.Gül tarafından 2012'de,oy kullananların yalnızca 9 una varan oyla beşinci sırada yer bulan ve şimdiler Ankara-Sincan Cezaevinde tutuklu bulunan Gazi Üniversitesi önceki Rektörü Süleyman Büyükberber ve atanması konusunda bazı özet bilgileri paylaşmak istiyorum.

Büyükberber'e rektörlük kapısını asıl açanlar, O'nu beşinci sıradan ilk üç arasına yerleştiren YÖK Genel Kuruludur. 2012 yılının Haziran-Temmuz aylarında yapılan seçimde, Büyükberber'i beşinci sıradan ilk üçün içerisine yerleştiren YÖK Genel Kurul üyelerinden, bugün de YÖK üyeliğini sürdürenler şunlardır. Bunların da Japon(!)YÖK üyelerinden olduklarını tahmin etmekteyim. Çünkü, Büyükberber'e, onca bilgi ve belge aktarımına karşın, rektör olma olanağını verenler, görev süresinin bitmesine üç-beş gün önce rektörlükten almışlardır. Böylece suçlarını bastırmak istemişlerdir.Şimdi ise, dün hizmetinde oldukları ve istemlerini buyruk saydıkları FG'ne en keskin muhalefeti de bunlar yapmaktadırlar. Kimdir bunlar sorusuna ise, Büyükberber'i beşten ilk üçün içine yerleştiren ve bugün de görevlerini sürdüren YÖK Üyeleri; Başkan M.A.Saraç (Alo Fatih'in kardeşi, 2005'den bu yana YÖK Üyesi. 2010'dan, 2014'e kadar Başkanvekili, 11.11.2014'den bu yana da YÖK Başkan koltuğunda oturmakta); Yavuz Ata, 2010'dan bu yana üye ve başkan yardımcısı BERİL DEDEOĞLU, 6.2.2012'den bu yana üye; İbrahim Hatipoğlu, 2012'den bu yana üye; Mehmet Şişman, 2012'den bu yana üye;Murat Tuncer, 2012'den bu yana üye; Hüseyin Yıldırım 2012'den bu yana üye;  Emin Zararsız, 2009'dan bu yana üye. 



Görüldüğü gibi, sekiz üye, Büyükberber'in % 9 a varan oyuna karşın rektörlük kapısını açan kimselerdir. Ve GÜ'den FETÖ KHK ile görevlerine son verilenlerin çoğunu, dışardan GÜ ne yamayan kimse de Büyükberber'dir. Büyükberber ve Büyükberberi'in devşirdikleri hakkında cezai ve idari yaptırımlar uygulayanlar,gerçekte O'na bu makamı ikram eden ve günümüzde de "FETÖ-Savarlık" sergileyen YÖK Başkan ve isimlerini saydığım YÖK üyeleridir. Bu atamayı gerçekleştiren ve akademisyenlerin tercihlerini elinin tersi ile iteleyen zamanın Cumhurbaşkanı AG de hesap vermesi gerekenler arasında yer almalıdır. Bilgi ve değerlendirmenize.9.9.2016

10 Eylül 2016 Cumartesi


Ahmet İnsel ; Mahalledeki AKP  - Cumhuriyet 10.9.2016


On beşinci kuruluş yıldönümünü geçen ağustos ayında kutlayan, kasımda iktidardaki on dördüncü yılını dolduracak olan AKP’nin siyasal başarısının ardında yatan etmenlerle ilgili çok şey yazıldı. İktidarda bu kadar uzun ve tek başına kalmasına rağmen devam eden seçim başarıları farklı açılardan ele alındı. İktidarın otoriterlik dozunun giderek artmasına, piyasacı toplumsal pratiklerin toplumun en ücra köşelerine ve yaşamın hemen her alanına nüfuz ederek ciddi tahribatlar yapmasına rağmen AKP, seçmen topluluğunun açık ara tercih etmeye devam ettiği siyasal parti olmaya devam etti. 15 Temmuz sonrasında, bunun Erdoğan kültü etrafında daha da güçlendiğini kamuoyu araştırmaları gösteriyor. 
Erdoğan etmeninin önemli bir rol oynadığı AKP’nin seçim başarılarını ve politikalarını inceleyen çalışmaların büyük çoğunluğu, konuya yöneticiler ve makro siyaset katından bakıyor. Yerel seviyede partinin toplumsal ilişkilerini araştırmanın merkezine alan çalışmalar hâlâ az. A. Kurtoğlu’nun 
Hemşehrilik ve Şehirde Siyaset” (2003, İletişim Yayınları) veya J. White’ın “İslamcı Kitle Seferberliği” (2007, Oğlak Yayınları) gibi birkaç çalışma yapılmış olsa da, bunlar daha çok Refah Partisi dönemi veya AKP’nin ilk iktidar yıllarında kalıyor. 
Sevinç Doğan’ın çalışması bu açıdan büyük bir boşluğu dolduruyor. “Mahalledeki AKP” (2016, İletişim Yayınları), alt başlığının belirttiği gibi somut olarak parti işleyişini, taban mobilizasyonu ve bunun yarattığı siyasal yabancılaşmayı ele alan, İstanbul’da Sanayi Mahallesi’nde 20122014 arasında yürütülmüş, siyasal sosyoloji alanında son derece başarılı bir saha çalışmasına dayanıyor. Bir toplumsal ilişki biçimi olarak partinin kendisini “aşağıdan” incelemeye çalışan bu araştırma, bireysel kurtuluş umuduyla karışık bir iktidar arzusunun yoksul-emekçi mahallesinde partide yer almanın belirleyici nedeni olduğunu gösteriyor. AKP’nin başarısı, iktisadi menfaat arayışıyla sınırlı olmayan, ama bunu da içeren bir siyasal toplumlaşma dinamiğine dayanıyor. Bir gün yükseleceği umuduyla herkesin bir ucundan tutup çalıştığı, ama aynı zamanda temsil ilişkisinin tersten algılandığı bir iktidar oyununun yerelde oynandığı bir siyasal-toplumsal alan, AKP yerel örgütü. Partinin genç veya vasıfsız üyelerinin nasıl kendilerini hükümeti, yani hükmetmeyi yerelde temsil eder olarak algıladıklarını ve böyle davrandıklarını Sevinç Doğan gösteriyor. Bunu partinin yerel yöneticileri elbette çok daha fazla hissediyor ve sergiliyorlar. 
Araştırma, inşaat ve ticaretle uğraşan küçük sermaye gruplarının, kendi hesabına çalışan “vasıfsız” kesimlerin, gelecek kaygısı duyan, eğitimli olma ayrıcalığından yoksun gençlerin ve toplumsal eşitsizlikleri daha fazla yaşayan kadınların AKP ile kurdukları, koyu taraftarlık görünümü alan ilişkiyi aydınlatıyor. Parti, sadece kaynak dağıtmayan, aynı zamanda çoğunun hayatını değiştiren bir imkânlar ağı olarak yaşıyor. Yalnız sosyal yardım veya hizmet siyaseti değil, yaşam tarzlarında farklılaşma, partili kimliğiyle kamusal alanda elde edilen statü, prestij, unvan kazanma olanakları demek. AKP, seçkinci, cinsiyetçi ve katı hiyerarşik yapısına rağmen, sınıf atlama umudunu, farklılaşma yaratma olanaklarını yerelde vermeye devam ediyor. Ücretli çalışanların, yoksul kesimlerin parti yönetim organlarında hemen hiç temsil edilmemesine rağmen, herkese açık bir kitle partisi, “milletin partisi” olduğu iddiasını somut olarak nasıl taşımaya devam edebildiğini daha iyi anlıyoruz. Parti tabanında ve yönetim katlarında son derece belirgin olduğu gibi, Türklük ve Sünnilikle sınırlandırılmış milliyetçi-muhafazakâr milletin partisi bu. 
Çalışmanın önemli bulgularından biri, partililerin yerel siyasal çalışmaları içinde kitleleri siyasallaştırmak amacını pek gütmemeleri. Bütünüyle seçim odaklı yürütülen bir yerel siyaset bu. Örgüt, kendini partiye adayanların hep birlikte kazançlı çıktıkları için, partiyi iktidarda tutmak adına sorgulamaksızın katıldıkları bir ilişki yumağı. Zaman içinde bir tür suç ortaklığına ve tahakküme dönüşüyor. Merkez yani Reis ise parti içi yerel rekabeti yakından denetim altında tutmayı kesinlikle ihmal etmiyor. Bu siyaset örgütlenmesi, bazılarına toplumsal konum dönüşümü olanağı verirken, çok daha geniş bir kitle için emredileni uygulama biçiminde hayata geçiyor. 
AKP’nin başarısını anlamaya çalışmak, bu başarıyı tasvip etmek demek değil. Tam tersine, bu başarıya karşı etkili mücadele edebilmenin gerekli ilk adımlarından biri, “cahil halk”, “makarnacılar” ve “bağnaz kitle” hazır cevaplarını gerçekten bir kenara bırakıp, bu partinin taban mobilizasyonu dinamiklerini ayakları yere basan analizler eşliğinde aydınlatmaktır. “Mahalledeki AKP” bunu başarıyor.

9 Eylül 2016 Cuma

Sayın Kavukçoğulu,
Bugünkü,9.9.2016 günlü "Üst Akıl Kolaycılığı" yazınızı büyük bir keyifle, ancak ülkem ve kurumlarımız adına ise üzüntü ile okudum. Yazınızda yer verdiğiniz ve Japon(!) Cumhurbaşkanı A.Gül tarafından 2012'de,oy kullananların yalnızca 9 una varan oyla beşinci sırada yer bulan ve şimdiler Ankara-Sincan Cezaevinde tutuklu bulunan Gazi Üniversitesi önceki Rektörü Süleyman Büyükberber ve atanması konusunda bazı özet bilgileri paylaşmak istiyorum.
Büyükberber'e rektörlük kapısını asıl açanlar, O'nu beşinci sıradan ilk üç arasına yerleştiren YÖK Genel Kuruludur. 2012 yılının Haziran-Temmuz aylarında yapılan seçimde, Büyükberber'i beşinci sıradan ilk üçün içerisine yerleştiren YÖK Genel Kurul üyelerinden, bugün de YÖK üyeliğini sürdürenler şunlardır. Bunların da Japon(!)YÖK üyelerinden olduklarını tahmin etmekteyim. Çünkü, Büyükberber'e, onca bilgi ve belge  aktarımına karşın, rektör olma olanağını verenler, görev süresinin bitmesine üç-beş gün önce rektörlükten almışlardır. Böylece suçlarını bastırmak istemişlerdir.Şimdi ise, dün hizmetinde oldukları ve istemlerini buyruk saydıkları FG'ne en keskin muhalefeti de bunlar yapmaktadırlar. Kimdir bunlar sorusuna ise, Büyükberber'i beşten ilk üçün içine yerleştiren ve bugün de görevlerini sürdüren YÖK Üyeleri; Başkan M.A.Saraç (Alo Fatih'in kardeşi, 2005'den bu yana YÖK Üyesi. 2010'dan, 2014'e kadar Başkanvekili, 11.11.2014'den bu yana daYÖK Başkan koltuğunda oturmakta); Yavuz Ata, 2010'dan bu yana üye ve başkan yardımcısı bERİL  dEDEOĞLU, 6.2.2012'den bu yana üye; İbrahim Hatipoğlu, 2012'den bu yana üye; Mehmet Şişman, 2012'den bu yana üye;Murat Tuncer, 2012'den bu yana üye; Hüseyin Yıldırım 2012'den bu yana üye; Muhakket Emin Zararsız, 2009'dan bu yana üye. Görüldüğü gibi, sekiz üye, Büyükberber'in % 9 a varan oyuna karşın rektörlük kapısını açan kimselerdir. Ve GÜ'den FETÖ KHK ile görevlerine son verilenlerin çoğunu, dışardan GÜ ne yamayan kimse de Büyükberber'dir. Büyükberber ve Büyükberberi'in devşirdikleri hakkında cezai ve idari yaptırımlar uygulayanlar,gerçekte O'na bu makamı ikram eden ve günümüzde de "FETÖ-Savarlık" sergileyen YÖK Başkan ve isimlerini saydığım YÖK üyeleridir. Bu atamayı gerçekleştiren ve akademisyenlerin tercihlerini elinin tersi ile iteleyen zamanın Cumhurbaşkanı AG de hesap vermesi gerekenler arasında yer almalıdır. Bilgi ve değerlendirmenize.Prof.Dr.Mustafa Altıntaş (e) GÜ Öğretim Üyesi
VE TANRI KADINI YARATTI... .
Altıncı gün dolmak üzereydi
Ve Tanrı hala kadını yaratıyordu.
Bir melek çıkageldi.
Tanrı’ya;
- Ötekini, erkeği çok daha çabuk yaratmıştın, buna niye bunca zaman ayırıyorsun?
diye sordu.
Tanrı yanıt verdi:
- Çünkü buna çok değerli, çok farklı özellikler katıyorum.
dedi.
- Örneğin yüzlerce parçadan oluşturuyorum.
Ama yine bir bütün olmasını sağlıyorum.
Bu yarattığım bir çok çocuğa aynı anda sarılabilmeli,
Dünyanın her yerindeki çocukları kucaklayabilmeli.
Düşen bir çocuğun kanayan dizini de,
Yaralı bir yüreği de iyileştirebilmeli…
Melek sordu:
- Kaç eli, kaç kolu olacak?
- Sadece iki.
- İki el, iki kolla mı yapacak bu dediklerini…
- Hepsi bu değil…
Kendi yaralarını da kendi sarabilecek.
Ayrıca günde 18 saat çalışabilir durumda olacak…
Melek yaklaşıp kadına dokundu…
- Onu çok yumuşak yapmışsın.
- Yumuşak ama aynı zamanda çok güçlü.
Gücünü ve kaldırabileceklerini hayal bile edemezsin…
- Düşünmeyi de bilecek mi?
- Yalnızca düşünmeyi değil.
hem sağduyusunu kullanmayı,
Aklıyla ve yüreğiyle muhakeme etmeyi,
Hem de mücadele etmeyi,
Düşüncelerini savunmayı,
Sorun çözmeyi de biliyor…
Bunların yanı sıra, uzlaşmayı da biliyor…
Melek, kadının yanağına dokundu.
Eli ıslanınca bu nedir diye sordu.
Tanrı yanıtladı:
- Buna gözyaşı denir.
- Neye yarar?
- Kendini ifade etmeye yarar.
Acıyı, kuşkuyu, aşkı, yalnızlığı, onuru,
Ama aynı zamanda sevinci ifade etmesine yarar…
-Kadının kendini ifade biçimleri sonsuzdur:
o, sevinci, mutluluğu ve aşkı yakalayıp ,
Sımsıkı sarılmayı bilir…
Haykırmak istediği vakit susabilir;
Sustuğunda çığlığını duyurabilir;
Öfkelendiği vakit gülümseyebilir,
Ağlamak isteyince şarkı söyleyebilir,
Mutlu olunca ağlayabilir,
Korktuğu vakit gülebilir…
O inandığı doğrular için sonuna dek mücadele eder;
Haksızlığa karşı savaşır,
Çözüm yolunu biliyorsa,
‘Hayır’ yanıtını asla kabullenmez.
- Amma çok marifeti varmış!
- Arkadaşı doktora yalnız gitmesin diye ona refakat edendir.
Korkan birini gördüğünde,
‘Tut elimi korkma’ deyip,
Elini uzatandır…
Her düğün her doğum haberine mutlu olandır.
Tanıdığı ya da tanımadığı amma kendine yakın bildiği her ölüm haberine kalbi kırılandır.
Ama yine de yaşamı sürdürme gücünü kendinde bulandır…
Çocukları daha çok yesin diye ‘ben zaten toktum’ diyendir…
-Bir öpüş, bir sarılış, bir kucak açışla kırık,
Ya da yaralı bir yüreğin onarılacağını bilendir…
- Peki, bunun hiç mi eksiği ya da yanlışı yok?
- Hiç olmaz olur mu?
Var bir hatası:
Ne kadar değerli olduğunu unutur...

1 Eylül 2016 Perşembe

Prof.Dr.Mustafa Altıntaş


YARARLI APTALLIK : 15 TEMMUZ 2016 BAŞKALDIRISI ÜZERİNE
I.                    GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan felsefe, Atatürk tarafından, Cumhuriyetin birinci yaşında, Samsun-Çarşamba yolunun temellerinin atıldığı günün ertesinde, “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak, aymazlık, bilisizlik, sapkınlıktır” diyerek ortaya konulmuştur. Cumhuriyetin geleceğini de “ düşüncesi, duyuncu ve bilimi özgür kuşaklarda” görmüştür.

Kuruluş felsefesinDEN giderek uzaklaşmanın ve bu felsefenin gereklerini yerine getirici kuşakları yetiştirici bilimsel ve laik  eğitim-öğretim sisteminden kopmanın bizi en son getirdiği nokta,”yararlı aptallar” olarak tanımlanabilecek ve “dinbazlığın tutsaklığına” düşürülmüş bir güruh tarafından girişilen kanlı darbe girişimi, kendisine yönelik olarak  yapıldığını ileri süren RTE tarafından  “Allahın lütfu” olarak nitelenen  kalkışma olmuştur. Bu  lütuf, RTE tarafından, hem geçmiş 15 yılı aklama, hem dünün ortaklarından kurtulma, hem de tüm kurumları ve kuralları düşünü gerçekleştirmeye dönük olarak yarara dönüştürmeye girişmiştir.

Şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz” diye çıkılan yol, siyasal islamın (dinbazlığın) karanlık gölgesi altında yuvalanmış, siyasal iktidar tarafından desteklenmiş, sapkınlık içindeki bir imamın emrindeki kadroların kanlı saldırısına uğramıştır. Yazım, iki kısımdan oluşacaktır. Öncelikle yirminci yüzyılda gerçekleşen darbeler/muhtıraları, bildirileri üzerinden değerlendireceğim. Sonrasında ise, yirmibirinici yüzyılın ilk onaltı yılında girişilen darbeler/muhtıraları, yine bildiriler üzerinden değerlendirerek, her iki yüzyıldaki darbeleri, neden ve sonuçları ile karşılaştıracağım. Ve 15 Temmuz 2016’ya nasıl gelindiğini irdelerken, benzer sapkınlıkla enerjisini ve insanını boşa harcamaması için nelerin yapılması/yapılmaması gerektiği konusunda, siz okurlarımı düşünmeye çağıracağım.

II.                 YİRMİNCİ YÜZYILDAKİ DARBELER/MUHTIRALAR

Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumu sürecine kurumsal olarak baktığımızda, BMM’ni görürüz. Sonradan oluşturulacak düzenli ordu BMM’nin ordusu’dur ve Başkomutanlık bile BMM’nin manevi kişiliğine özgülenmiştir. Cumhuriyet sonrası yönelinmek istenilen çok partili süreç, 1950’lere kadar, siyasal muktedirler eliyle kesintiye uğratılmıştır. 1946’dan sonra yeniden başlayan çok partili parlamenter sistem, silahlı güçler eli ile, çeşitli kereler kesintiye uğratılmıştır. Bunlardan başarıyı olanlardan bazıları, 27 Mayıs 1960’da olduğu gibi, “emir-komuta zinciri dışında”, ötekiler ise, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 “emir-komuta zinciri içinde” gerçekleştirilmiştir. İster emir-komuta sistemi içinde, isterse dışında gerçekleştirilsin, ordunun yada askerin bu türden girişimlerde bulunmasında “kendisini siyasal rejimin koruyucusu ve kollayıcısı olarak görmesi anlayışı” başlıca etmen olmuştur.

Bu anlayışın temelinde, Cumhuriyetin kurucularının, kendileri ordudan önce BMM’ni oluşturmalarına karşın, asker olmaları ve ortaya koydukları siyasal düşünce ve Cumhuriyet rejiminin ancak asker tarafından korunabileceği düşüncesi bulunmaktadır. 27 Mayıs 1960’dan, 27 Nisan 2007 Post Modern Muhtıra’ya gelinceye kadar, toplumun “emir-komuta zinciri içindeki yada dışındaki darbelere” alkış tutuşu, sessiz kalışı, açık yada gizli onay göstermesi bu nedendendir. Post Modern Muhtırasına ,öncekilerin tersine hükümetlerin direnmesi ve halkın hükümet yanında yer tutması ile, 15 Temmuz 2016 girişimine,silaha karşı meydanlarda geçit vermemesi, TSK’nin Cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı olma özelliğinin yitirilmiş olduğunu, toplumsal bellekte bu özelliğinin etkisini yitirdiği anlamına da gelebilir. 2007’den sonra AKP-Gülen Cemaati Ortaklığı ile, TSK’ne yönelik yargı aracılığı ile yapılan saldırının, kurulan kumpasların bundaki etkisini de unutmamak gerekmektedir.

27 Mayıs 1960’dan başlayarak, onar yıllık aralarla askerin kendisini siyasal düzlemde anımsatmasında, sistemi yeniden anayasa ve öteki kimi araçlarla biçimlendirmesinde, TBMM’nin kurtuluş ve kuruluş sürecindeki işlevinden giderek uzaklaşması ve toplumsal saygınlığını yitirmesinin de önemli katkısı olmuştur.

Siyasal tarihimizde önemli kırılma noktası yada parlamenter sistemin kavşak noktalarını oluşturan askeri darbeler/müdaheleler, 15 Temmuz 2016’yı şimdilik bir yana bıraktığımızda; “askeri darbe”,”muhtıra”, “post modern muhtıra” olarak karşımıza çıkmaktadır. TDK sözlüğünde darbe ; “olarak ve bir ‘Post Modern Darbe’ olarak da karşımıza çıkmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre; darbe, “bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirme yada rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme”; muhtıra; “herhangi bir şeyi hatırlatmak, uyarmak amacıyla yazılan yazı” olarak tanımlanmaktadır.”Post-modern muhtıra ise, sanal ortamda yapılan uyarı yada korkutma” olarak tanımlanabilir.

Bu tanımlar çerçevesinde hükümeti istifa ettirerek, yönetimi değiştirme açısından sonuç veren 27 Mayıs 1980, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997’i “ askeri darbe”; 27 Nisan 2007’i ise,başarısız bir “muhtıra” sınıflamasına sokabiliriz. 15 Temmuz 2016 girişimini, “emir-komuta zinciri dışında, başarısızlığı önceden belli bir kalkışma”olarak bunladan ayırmak gerekmektedir. Bunun yanı sıra, 15 Temmuz 2016 girişimini,öncekilerden ayıran temel bir fark ise, amaçlar açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu farklılığı ortaya serebilmek için, her girişimin topluma duyurulmasını amaçlayan bildirgelere göz atmamız gerekmektedir.

1.      EMİR-KOMUTA ZİNCİRİ DIŞINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ASKERİ DARBE: 27 MAYIS 1960 

Çok partili rejim içinde emir-komuta zinciri içinde olmayan 37 alt rütbeli subay tarafından gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin topluma, radyo ile açıklanan gerekçesi şudur:

Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.

Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.

Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.

Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibi bayrağımızdır.

Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz 'Yurtta sulh, cihanda sulh'tur."

2.      EMİR KOMUTA ZİNCİRİ İÇİNDE MUHTIRA İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN DARBE : 12 MART 1971

Hükümetin istifasına ve yeni bir hükümet kurulmasına neden olan ikinci askeri darbe ise, “12 Mart Muhtırası” aracılığı ile ve TSK’nin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş ve ordu yönetime doğrudan el koymamıştır. Darbe öncesi parlamento,varolan siyasal partiler ve siyasal kadrolara dokunulmamıştır. Bu girişimin nedenlerini irdelemke yarar bulunmaktadır.

12 Mart 1971 girişimini hazırlayan temel etmenler; 1965’den sonraki dönemde ülkenin toplumsal ve siyasal düzeninde yaşanan hareketlilik ve alt-üst oluşlardır. Bu hareketlilikler, ordu kanadında da, kimi oluşumların başlangıcını oluşturmuştur. 27 Mayıs Darbesi içinde görev alan General C.Madanoğlu ve arkadaşları; “27 Mayıs Devriminin amacından saptığını, demokrasinin Türkiye gerçekleri ile uyuşmadığını savlayarak, Milli Demokratik Devrimi gerçekleştirmek” amaçlı bir planı 9 Mart 1971’de uygulamaya koymak için harekete geçmişlerdir. Ancak MİT ve Genelkurmay’ın girişimi öğrenmeleri, bu girişimin önlenmesini mümkün kılmıştır. Bundan üç gün sonra ise, G.Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının ortak imzası ile, siyasal tarihimizde “12 Mart Muhtırası” olarak adlandırılan bir bildiri, önce TRT’den duyurulmuş,sonrasında ise TBMM’nde okunarak üyelerin bilgisine sunulmuştur.

12 Mart Muhtırasının verilme gerekçesi; “ekonominin bozulması, paranın değerinin düşmesi, üniversitelerde başlayan öğrenci gösterileri, sendikaların grevleri sonucu üretimin düşmesi, Aleviler ile Sünniler arasında çatışmaların başlaması, İstanbul’da İsrail Başkonsolosunun sol bir örgüt tarafından kaçırılarak öldürülmesi benzeri” gerekçelere dayandırılmıştır: Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…””

Muhtıranın TBMM’nde okunmasından sonra, Demirel Hükümeti istifa edilmiş, yeni bir hükümet kurulmuş, amaçları kökten darbe yapmak ve kalıcı olarak iktidarı amaçlayan beş general,bir amiral ve 356 albay ordudan tasfiye edilmiştir. Tasfiye amacının bir diğer nedeni, tasfiye edilen kadronun başarılı olması durumunda,tasfiye edecekleri tasfiye edecekleri ile, darbeyi amaçlayan ve son anda bunu gerçekleştiremeyenlerin, disiplin olarak denetlenmelerinin zor olmasının düşünülmesidir.

3.      EMİR KOMUTA ZİNCİRİ İÇİNDE DOĞRUDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN ASKERİ DARBE: 12 EYLÜL 1980

Yirminci yüzyıl içinde yer alan siyasal yaşamımızdaki darbelerin en kapsamlısı, en acımasızı, kurum ve kurallarını günümüze de taşıyan darbesi, emir-komuta zinciri içinde yapılmış olan 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. Bu darbenin de gerekçesi, 12 Mart Muhtırası ile gerçekleştirilen darbe ile benzer gerekçeleri, sağ ve sol çatışması, siyasal,toplumsal ve ekonomik alanda yaşanan kararsızlıklardır, sistemin ve kurumların sorunların çözümünde yetersiz kalmasıdır.Bunun yansımalarını 12 Eylül 1980 Darbesi Bildirisinden izleyebiliriz:

Yüce Türk Milleti,
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkanını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde mümkün olduğu kadar, yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri; alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki, iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki; ülkemizin halen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hal devletimizi, Cumhuriyet tarihinin en ağır buhranına sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör ve bölücülük, her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı dini ve milli değerleri paylaşan Türk Vatandaşları siyasi çıkarlar uğruna, çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek, adeta birbirlerine düşman edilmişlerdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan Cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini, bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükümetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekatına karşı iç güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağmen; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devleti'nin niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.
Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sosyal koşulların geliştirilmesine milli eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken; milletin vekaletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri, hiçbir sorumluluk duymadan yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler adeta teşvik edilmiş; yangını beraberce söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.
Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk Ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine; iç gerilimi devamlı olarak arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile adeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla, polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine, devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkum olmuş ve dolayısıyla ülkemizde tam otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşımıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine Enternasyoneli söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağınız gibi; milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü Cumhurbaşkanımız aracılığıyla uyararak, alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin hiç birine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran Meclislerimiz 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen Cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kabusa karşı kayıtsız kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini inançlarından ötürü kınanamayacağını, açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti Döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut halinde Türk Milleti'ni oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine, bizzat Anayasanın ihlali karşısında dahi sesiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Devlet çökertildiği zaman Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk kurumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok olacağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal Harbinde, Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.


Sevgili Vatandaşlarım,

İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hakimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.
Büyük Atatürk’ün deyimiyle "Ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milleti'ne güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle, Atatürk Milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele ruhunun, millet egemenliğine Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle kar-şılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulu’nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı, koşulları ilan edilecek seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır.
Ancak, kanunların suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları şimdilik can güvenliklerinin sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hakimiyeti altına alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.
Kanun ve nizam hakimiyetini sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar vermelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarfedilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.
Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.
Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün, milletimizin efendisi olduğu inancını, kuvveden fii-len çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına, bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün tarlasından ayrılıp şehir-lere göç etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.
Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.
Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.
En kıdemsiz erinden, en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında kalacaktır.
Aziz Yurttaşlarım;

Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve. milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.
Kıymetli Vatandaşlarım;
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.
Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim."
4.      MGK KARARI İLE,PARLAMENTO-İÇİ GİRİŞİMLE HÜKÜMET DEĞİŞİMİ: 28 ŞUBAT 1997

Yirminci yüzyıl içerisinde, parlamento-içinde, Anayasal kurumlardan olan MGK kararına dayalı olarak gerçekleşen son hükümet değişimi ise, “28 Şubat Kararları” olarak adlandırılmaktadır. Bu kararların gerekçesi ise, şu biçimde dile getirilmektedir:

"1- MGK, 28 Şubat 1997 günü sayın Cumhurbaşkanı başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sektereterliği'nin iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştır.

2-Kurulun bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasa'da belirlenmiş Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimizin ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal yeni düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir."


 -Görüş birliğine varılan hususlar


Toplantıda görüş birliliğine varılan hususlar şöyle:


"a- Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslam cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasa'nın tanımladığı demokratik laik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yünlü bir tehdit oluşturduğu,


b- Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların laik ve anti laik ayrımı ile demokratik laik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,


c-Türkiye'de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu,


d- Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar gözardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı."


-Hükümete tavsiye


Toplantıda alınan kararlar şöyle:


"a- Türkiye'de şeriat hukukuna dayalı bir İslam cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik laik ve sosyal hukuk devleti olan cumhuriyetimize karşı oldukları, çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla EK A'daki tedbirleri kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Cumhuriyet Hükümetine tavsiye edilmesi,


b- 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu'nun 9. maddesine uygun olarak MGK Genel Sektereterliği tarafından; ekte belirtilen tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu kararları ile Bakanlar Kurulu kararı haline getirilmeyen uygulamaların sonuçları hakkında belli süreler içerisinde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'ya bilgi verilmesi."

Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)
1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.
3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:
a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
6-Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.
8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.
9- TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10-Bu maddenin tam metnini Turkiye'nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.
11-Aşırı dinci kesimin Türkiye'de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
12-T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası'na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.
13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.
17-Ülke sorunlarının çözümünü "Millet kavramı yerine ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.
18-Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanununistismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

(Sürecek)
ÖZGÜR MUMCU; AHMAK DEĞİLİZ



İsmail Kahraman’ı bilirsiniz. Meclis Başkanımız. Eski ve namlı İslamcılardan. Anayasadan laikliğin çıkmasını istiyor. Dindar bir anayasa arzuluyor. Muhtemelen yaşı ilerlediğinden sabırsız. Şu ahir-i ömründe İslamcı bir anayasa görmek istiyor. Haksız da sayılmaz. Milli Türk Talebe Derneği başkanlığından, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden bu yana beslediği hayal hiç bu kadar yakın olmamıştı. Devletin neredeyse her makamında eski arkadaşları ve talebeleri var. 
Soğuk Savaş’ın ABD desteğiyle kurulmuş antikomünist derneklerinden yetişmiş biri. Haliyle zihni de Soğuk Savaş’ın o senelerinde şekillenmiş. Kimliğini dönemin Amerikan çıkarlarını İslamcılığıyla birleştirmesine borçlu. Amerikan 6. Filosu’nu kıble belleyip namaza duranlar gibi. 16 Şubat 1969’da, Taksim’de Kanlı Pazar’da. 
Amerikan emperyalizmini protesto etmek için sokaklara dökülmüş silahsız gençlere polis nezaretinde bıçak ve sopalarla saldıranlar gibi. Öylesine yerli ve milli. 
Amerikan firkateynlerinin küçük miçosu. Amerikan çıkarları için kurulmuş derneklerin gediklisi. Hakiki bir devlet İslamcısı. 
Che Guevara’yı görünce kendinden geçmesi bu sebeple. Beyninin önemli bir kısmı hâlâ Soğuk Savaş’ta yaşıyor. O vakit Amerikan menşeili broşürlerde Che Guevara hakkında okuduklarını bugün papağan gibi tekrarlaması bu sebeple. Şartlı refleks. Latin Amerikalı devrimciyi görünce zannediyor ki efendisi hâlâ tehlikede. O günler geçti geçmesine, ama ne yapsın, bir defa bütün kariyerini ve zihin yapısını o günlerde nemalandıklarına borçlu. 
Ne dedi geçen gün? 
“Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz. Olmamalı.” 
O gömlekleri giyenlerin göğüslerinde bir eşkıya resmi taşımak istemedikleri belli. Che Guevara’yı eşkıya olarak görmedikleri de. Şayet göğsünde bir eşkıya resmi taşımak isteyenler olursa kimin en devletlisinden eşkıya olduğu da ortada. 
Ne demişti Kanlı Pazar’dan evvel MTTB Başkanı genç İsmail Kahraman:“Komünizme zemin hazırlayanlara yeter ve dur deme zamanı gelip geçmektedir.” 
Netice, Taksim Meydanı’nda antiemperyalist öğrencilere saldıran ve iki kişiyi öldürüp yüzlerce kişiyi yaralayan eşkıya güruhu. Onları koruyup kollayan polis ve İçişleri Bakanı. 
İsmail Kahraman. Peki, İsmail, kimin kahramanı? 
İsmail, Soğuk Savaş zamanı Amerikan emperyalizminin kahramanı. İsmail, bugün kimin kahramanı?
Yerli ve milli maskesi takan devlet İslamcıları, petro- dolar bekçileri, Amerikan firkateyn miçoları. 
Soğuk Savaş zamanı ABD bayrağının gölgesinde serpilen MTTB, Komünizmle Mücadele Derneği, Rabıta yetiştirmeleri bugün “yerli ve milli” edebiyatı yapmakta. 
Ahmak değiliz ki inanalım.