Prof.Dr.Mustafa Altıntaş
YARARLI APTALLIK : 15
TEMMUZ 2016 BAŞKALDIRISI ÜZERİNE
I.
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti’nin
temellerini oluşturan felsefe, Atatürk tarafından, Cumhuriyetin birinci
yaşında, Samsun-Çarşamba yolunun temellerinin atıldığı günün ertesinde, “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam
için, başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin
dışında yol gösterici aramak, aymazlık, bilisizlik, sapkınlıktır” diyerek
ortaya konulmuştur. Cumhuriyetin geleceğini de “ düşüncesi, duyuncu ve bilimi özgür kuşaklarda” görmüştür.
Kuruluş felsefesinDEN giderek
uzaklaşmanın ve bu felsefenin gereklerini yerine getirici kuşakları yetiştirici
bilimsel ve laik eğitim-öğretim
sisteminden kopmanın bizi en son getirdiği nokta,”yararlı aptallar” olarak tanımlanabilecek ve “dinbazlığın tutsaklığına” düşürülmüş bir güruh tarafından girişilen
kanlı darbe girişimi, kendisine yönelik olarak
yapıldığını ileri süren RTE tarafından
“Allahın lütfu” olarak
nitelenen kalkışma olmuştur. Bu lütuf, RTE tarafından, hem geçmiş 15 yılı
aklama, hem dünün ortaklarından kurtulma, hem de tüm kurumları ve kuralları
düşünü gerçekleştirmeye dönük olarak yarara dönüştürmeye girişmiştir.
“Şeyhler, dervişler,
müritler ülkesi olamaz” diye çıkılan yol, siyasal islamın (dinbazlığın) karanlık gölgesi altında yuvalanmış, siyasal
iktidar tarafından desteklenmiş, sapkınlık içindeki bir imamın emrindeki
kadroların kanlı saldırısına uğramıştır. Yazım, iki kısımdan oluşacaktır.
Öncelikle yirminci yüzyılda gerçekleşen darbeler/muhtıraları, bildirileri
üzerinden değerlendireceğim. Sonrasında ise, yirmibirinici yüzyılın ilk onaltı
yılında girişilen darbeler/muhtıraları, yine bildiriler üzerinden
değerlendirerek, her iki yüzyıldaki darbeleri, neden ve sonuçları ile karşılaştıracağım.
Ve 15 Temmuz 2016’ya nasıl gelindiğini irdelerken, benzer sapkınlıkla
enerjisini ve insanını boşa harcamaması için nelerin yapılması/yapılmaması
gerektiği konusunda, siz okurlarımı düşünmeye çağıracağım.
II.
YİRMİNCİ YÜZYILDAKİ DARBELER/MUHTIRALAR
Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşumu sürecine kurumsal olarak baktığımızda,
BMM’ni görürüz. Sonradan oluşturulacak düzenli ordu BMM’nin ordusu’dur ve
Başkomutanlık bile BMM’nin manevi kişiliğine özgülenmiştir. Cumhuriyet sonrası
yönelinmek istenilen çok partili süreç, 1950’lere kadar, siyasal muktedirler
eliyle kesintiye uğratılmıştır. 1946’dan sonra yeniden başlayan çok partili
parlamenter sistem, silahlı güçler eli ile, çeşitli kereler kesintiye
uğratılmıştır. Bunlardan başarıyı olanlardan bazıları, 27 Mayıs 1960’da olduğu
gibi, “emir-komuta zinciri dışında”,
ötekiler ise, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 “emir-komuta zinciri içinde” gerçekleştirilmiştir. İster emir-komuta
sistemi içinde, isterse dışında gerçekleştirilsin, ordunun yada askerin bu türden
girişimlerde bulunmasında “kendisini
siyasal rejimin koruyucusu ve kollayıcısı olarak görmesi anlayışı” başlıca etmen olmuştur.
Bu anlayışın temelinde, Cumhuriyetin kurucularının, kendileri ordudan önce
BMM’ni oluşturmalarına karşın, asker olmaları ve ortaya koydukları siyasal
düşünce ve Cumhuriyet rejiminin ancak asker tarafından korunabileceği düşüncesi
bulunmaktadır. 27 Mayıs 1960’dan, 27 Nisan 2007 Post Modern Muhtıra’ya
gelinceye kadar, toplumun “emir-komuta zinciri içindeki yada dışındaki darbelere”
alkış tutuşu, sessiz kalışı, açık yada gizli onay göstermesi bu nedendendir.
Post Modern Muhtırasına ,öncekilerin tersine hükümetlerin direnmesi ve halkın
hükümet yanında yer tutması ile, 15 Temmuz 2016 girişimine,silaha karşı
meydanlarda geçit vermemesi, TSK’nin Cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı
olma özelliğinin yitirilmiş olduğunu, toplumsal bellekte bu özelliğinin
etkisini yitirdiği anlamına da gelebilir. 2007’den sonra AKP-Gülen Cemaati
Ortaklığı ile, TSK’ne yönelik yargı aracılığı ile yapılan saldırının, kurulan
kumpasların bundaki etkisini de unutmamak gerekmektedir.
27 Mayıs 1960’dan başlayarak, onar yıllık aralarla askerin kendisini
siyasal düzlemde anımsatmasında, sistemi yeniden anayasa ve öteki kimi
araçlarla biçimlendirmesinde, TBMM’nin kurtuluş ve kuruluş sürecindeki
işlevinden giderek uzaklaşması ve toplumsal saygınlığını yitirmesinin de önemli
katkısı olmuştur.
Siyasal tarihimizde önemli kırılma noktası
yada parlamenter sistemin kavşak noktalarını oluşturan askeri darbeler/müdaheleler,
15 Temmuz 2016’yı şimdilik bir yana bıraktığımızda; “askeri darbe”,”muhtıra”,
“post modern muhtıra” olarak
karşımıza çıkmaktadır. TDK sözlüğünde darbe ; “olarak ve bir ‘Post
Modern Darbe’ olarak da karşımıza çıkmıştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre; darbe,
“bir
ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak
hükümeti istifa ettirme yada rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme”; muhtıra; “herhangi
bir şeyi hatırlatmak, uyarmak amacıyla yazılan yazı” olarak
tanımlanmaktadır.”Post-modern muhtıra ise,
sanal ortamda yapılan uyarı yada korkutma” olarak tanımlanabilir.
Bu tanımlar çerçevesinde hükümeti istifa
ettirerek, yönetimi değiştirme açısından sonuç veren 27 Mayıs 1980, 12 Mart
1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997’i “
askeri darbe”; 27 Nisan 2007’i ise,başarısız bir “muhtıra” sınıflamasına sokabiliriz. 15 Temmuz 2016 girişimini, “emir-komuta zinciri dışında, başarısızlığı
önceden belli bir kalkışma”olarak bunladan ayırmak gerekmektedir. Bunun
yanı sıra, 15 Temmuz 2016 girişimini,öncekilerden ayıran temel bir fark ise,
amaçlar açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu farklılığı ortaya serebilmek için,
her girişimin topluma duyurulmasını amaçlayan bildirgelere göz atmamız
gerekmektedir.
1. EMİR-KOMUTA
ZİNCİRİ DIŞINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ASKERİ DARBE: 27 MAYIS 1960
Çok partili rejim içinde emir-komuta zinciri
içinde olmayan 37 alt rütbeli subay tarafından gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960
Darbesi’nin topluma, radyo ile açıklanan gerekçesi şudur:
“Sevgili Vatandaşlar, Bugün
demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş
kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin
idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine
düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin
nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve serbest seçimler
yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir
ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir
şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata
müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla
müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa
bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele
görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan
gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı
hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli
varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.
Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı
Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı
altındadır.
Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap
ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na ve insan hakları
prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh'
prensibi bayrağımızdır.
Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO
ve CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz 'Yurtta sulh, cihanda
sulh'tur."
2. EMİR KOMUTA
ZİNCİRİ İÇİNDE MUHTIRA İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN DARBE : 12 MART 1971
Hükümetin istifasına ve yeni bir hükümet
kurulmasına neden olan ikinci askeri darbe ise, “12 Mart Muhtırası” aracılığı
ile ve TSK’nin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş ve ordu yönetime
doğrudan el koymamıştır. Darbe öncesi parlamento,varolan siyasal partiler ve
siyasal kadrolara dokunulmamıştır. Bu girişimin nedenlerini irdelemke yarar
bulunmaktadır.
12 Mart 1971 girişimini hazırlayan temel
etmenler; 1965’den sonraki dönemde ülkenin toplumsal ve siyasal düzeninde
yaşanan hareketlilik ve alt-üst oluşlardır. Bu hareketlilikler, ordu kanadında
da, kimi oluşumların başlangıcını oluşturmuştur. 27 Mayıs Darbesi içinde görev
alan General C.Madanoğlu ve arkadaşları; “27
Mayıs Devriminin amacından saptığını, demokrasinin Türkiye gerçekleri ile
uyuşmadığını savlayarak, Milli Demokratik Devrimi gerçekleştirmek” amaçlı
bir planı 9 Mart 1971’de uygulamaya koymak için harekete geçmişlerdir. Ancak
MİT ve Genelkurmay’ın girişimi öğrenmeleri, bu girişimin önlenmesini mümkün
kılmıştır. Bundan üç gün sonra ise, G.Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının
ortak imzası ile, siyasal tarihimizde “12
Mart Muhtırası” olarak adlandırılan bir bildiri, önce TRT’den
duyurulmuş,sonrasında ise TBMM’nde okunarak üyelerin bilgisine sunulmuştur.
12 Mart Muhtırasının verilme gerekçesi; “ekonominin
bozulması, paranın değerinin düşmesi, üniversitelerde başlayan öğrenci
gösterileri, sendikaların grevleri sonucu üretimin düşmesi, Aleviler ile
Sünniler arasında çatışmaların başlaması, İstanbul’da İsrail Başkonsolosunun
sol bir örgüt tarafından kaçırılarak öldürülmesi benzeri” gerekçelere
dayandırılmıştır: “Meclis
ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş
kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef
verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın
öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin
geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. Türk milletinin ve sinesinden
çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve
ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce
değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü
reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak
kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri
görülmektedir. Bu husus süratle tahakkuk
ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş
olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek,
idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…””
Muhtıranın TBMM’nde okunmasından sonra, Demirel Hükümeti istifa
edilmiş, yeni bir hükümet kurulmuş, amaçları kökten darbe yapmak ve kalıcı
olarak iktidarı amaçlayan beş general,bir amiral ve 356 albay ordudan tasfiye
edilmiştir. Tasfiye amacının bir diğer nedeni, tasfiye edilen kadronun başarılı
olması durumunda,tasfiye edecekleri tasfiye edecekleri ile, darbeyi amaçlayan
ve son anda bunu gerçekleştiremeyenlerin, disiplin olarak denetlenmelerinin zor
olmasının düşünülmesidir.
3.
EMİR
KOMUTA ZİNCİRİ İÇİNDE DOĞRUDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN ASKERİ DARBE: 12 EYLÜL 1980
Yirminci yüzyıl içinde yer alan siyasal yaşamımızdaki darbelerin en
kapsamlısı, en acımasızı, kurum ve kurallarını günümüze de taşıyan darbesi,
emir-komuta zinciri içinde yapılmış olan 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. Bu darbenin
de gerekçesi, 12 Mart Muhtırası ile gerçekleştirilen darbe ile benzer
gerekçeleri, sağ ve sol çatışması, siyasal,toplumsal ve ekonomik alanda yaşanan
kararsızlıklardır, sistemin ve kurumların sorunların çözümünde yetersiz
kalmasıdır.Bunun yansımalarını 12 Eylül 1980 Darbesi
Bildirisinden izleyebiliriz:
“Yüce Türk Milleti,
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla
sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkanını bulmuş ve ayrılan kısıtlı
süre içerisinde mümkün olduğu kadar, yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve
ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri; alınması gereken tedbirleri
çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki, iki
yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve
radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile
getirmiştim.
Kalbi bu vatan ve millet için atan
sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki; ülkemizin halen içinde
bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet ve
milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hal devletimizi,
Cumhuriyet tarihinin en ağır buhranına sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği gibi; anarşi, terör
ve bölücülük, her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı
dini ve milli değerleri paylaşan Türk Vatandaşları siyasi çıkarlar uğruna,
çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve
birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek, adeta
birbirlerine düşman edilmişlerdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan
Cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini, bundan 10 sene evvel tasavvur
dahi etmek mümkün değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli
hükümetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız
örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekatına karşı iç güvenliği
sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine
rağmen; sonuç alacak teşebbüsleri, siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti
hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devleti'nin
niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.
Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör
ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere,
sosyal koşulların geliştirilmesine milli eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine
ihtiyaç göstermekteyken; milletin vekaletini taşıyan milletvekilleri ve
senatörler Meclislerde aylardan beri, hiçbir sorumluluk duymadan yalnız parti
menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların
başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve
hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Milli birlik ve beraberliğe en
fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler adeta teşvik
edilmiş; yangını beraberce söndürmek yerine, üzerine benzin dökülerek memleket
bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir
yangın yerine çevrilmek istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk
devleti kavramı, bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması
pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve
milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin
birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına
dönüştürülmüştür.
Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla
gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün
şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki; bir kısım gerçeğe uymayan özerklik,
dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate
almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında
kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü
vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk Ulusunu
uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün
olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman
yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde
milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine; iç gerilimi devamlı olarak
arttırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak, onlara cüret ve
cesaret verecek beyan ve eylemleri ile adeta yarışırcasına seçim yatırımları
için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.
İktidara gelen siyasi partiler, devlet
teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle
doldurarak, kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek
kamplara bölünmesini zorunlu hale getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü
destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla,
polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan
partizan tutum ve davranışlardan vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız,
devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet
otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız
hizmet götürmek yerine, devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeğe mahkum olmuş ve
dolayısıyla ülkemizde tam otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar Türk Milletinin
bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşımıza, koyu
taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya
İstiklal Marşı yerine Enternasyoneli söyleyerek açıkça saygısızlık
gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle
savunmalarını yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü
olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri hatırlayacağınız gibi;
milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz
içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü Cumhurbaşkanımız aracılığıyla
uyararak, alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk
Milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık
süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin
hiç birine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli
bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu
uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hale getirerek çıkaran
Meclislerimiz 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza
sürüklenen Cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile
mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın
hiçbir ülkesinde Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve
bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler
getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine
çöken bu kabusa karşı kayıtsız kalmışlardır.
Anayasamız, Türk Vatandaşlarının dini
inançlarından ötürü kınanamayacağını, açıkça belirtmiş olmasına rağmen, tek bir
oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti Döneminde
unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas,
Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna
vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde
yaşayan ve kendini Türk Vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut halinde
Türk Milleti'ni oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı
vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen
kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif
etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak
bir yol izlemek yerine, bizzat Anayasanın ihlali karşısında dahi sesiz kalmayı
tercih etmişlerdir.
Bütün
bu şartlara rağmen; hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli
anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı
tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının
tehdidinden çekindiklerinden, devletin temellerine konan dinamitle her an
parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır.
Devlet çökertildiği zaman Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk
kurumları ile özerk, bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok
olacağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör
5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep
olmuştur. İstiklal Harbinde, Sakarya Savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı
miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık
duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya
koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer
sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden
dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak,
hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak,
refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hakimiyetini, diğer bir deyimle
devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle
devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet
ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme
yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Komutanları ile
Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından
kullanılacaktır.
Büyük Atatürk’ün deyimiyle "Ulusal
kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak yurdumuzu dünyanın en
mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik
hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine
inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından
çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk
ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine
güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için
ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık
veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü
ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk Milleti'ne güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve
tasada ortak bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin
iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle,
Atatürk Milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda
sulh" ilkesine bağlı kalmanın, milli mücadele ruhunun, millet egemenliğine
Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve
geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm
ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün
ülkelerle kar-şılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç
işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel
ilişkilerini geliştirme kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla
çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla
demokratik özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk
Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulu’nu kurarak, yürütme
sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür demokratik parlamenter sistemin şimdi
olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna
yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve
bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine
saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek,
ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü demokratik, laik
ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya
kadar Yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur.
Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin yeniden hazırlanacak
Anayasadaki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanununa göre zamanı,
koşulları ilan edilecek seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade
edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi
faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek
tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem
yapılmayacaktır.
Ancak, kanunların suç kabul ettiği
fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma
yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milli Selamet Partisi ve
Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları şimdilik can güvenliklerinin
sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde
ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık
içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde
bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hakimiyeti altına
alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin
yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi
davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.
Kanun ve nizam hakimiyetini sağlamada
tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar
vermelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari
tedbirler alınacaktır.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi
gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarfedilecektir.
Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde
her türlü hakları korunacaktır.
Ancak temiz Türk işçisini sömüren,
onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı
oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan
bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.
Tüm işverenlerin iş barışının
koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırılması ve ihracata
yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir
alınacaktır.
Köylünün, milletimizin efendisi olduğu
inancını, kuvveden fii-len çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir
tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına,
bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün tarlasından ayrılıp şehir-lere göç
etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.
Eğitim ve öğretimde Atatürk
Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak
tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.
Yarının teminatı olan evlatlarımızın
Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist
olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek
saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak
bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk
ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini
kazanmak olacaktır.
En kıdemsiz erinden, en üst komutanına
kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada devletin
iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında
kalacaktır.
Aziz Yurttaşlarım;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı
Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin
bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk
ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen
demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini
yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak
hepimiz vatan ve. milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada
hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen
ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar
sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi
propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün
uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.
Kıymetli
Vatandaşlarım;
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk
milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı
yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak
cezalandırılacaktır.
Yurtta kan dökülmemesi için bütün
vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler
doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa
çıkmamalarını rica ederim.
Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve
hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını,
hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı
olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını
vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar
dilerim."
4. MGK
KARARI İLE,PARLAMENTO-İÇİ GİRİŞİMLE HÜKÜMET DEĞİŞİMİ: 28 ŞUBAT 1997
Yirminci
yüzyıl içerisinde, parlamento-içinde, Anayasal kurumlardan olan MGK kararına
dayalı olarak gerçekleşen son hükümet değişimi ise, “28 Şubat Kararları” olarak adlandırılmaktadır. Bu kararların
gerekçesi ise, şu biçimde dile getirilmektedir:
"1- MGK, 28 Şubat 1997 günü sayın
Cumhurbaşkanı başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları,
Jandarma Genel Komutanı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sektereterliği'nin
iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştır.
2-Kurulun bu toplantısında, esasları ve
nitelikleri Anayasa'da belirlenmiş Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik,
laik ve sosyal hukuk devletimizin ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine
bir siyasal yeni düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan
beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek
değerlendirilmiştir."
-Görüş birliğine
varılan hususlar
Toplantıda görüş birliliğine varılan hususlar şöyle:
"a- Ülkemizde şeriat
hukukuna dayalı bir İslam cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasa'nın
tanımladığı demokratik laik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yünlü bir
tehdit oluşturduğu,
b- Cumhuriyet ve rejim
aleyhtarı aşırı dinci grupların laik ve anti laik ayrımı ile demokratik laik ve
sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,
c-Türkiye'de laikliğin sadece
rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir
yaşam tarzı olduğu,
d- Devletin yapısal özünü
oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından
vazgeçilemeyeceği, yasalar gözardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların
takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı."
-Hükümete tavsiye
Toplantıda alınan kararlar
şöyle:
"a- Türkiye'de şeriat
hukukuna dayalı bir İslam cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların,
demokratik laik ve sosyal hukuk devleti olan cumhuriyetimize karşı oldukları,
çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla EK A'daki tedbirleri kısa, orta ve uzun
vade içerisinde alınmasının Cumhuriyet Hükümetine tavsiye edilmesi,
b- 2945 sayılı MGK ve MGK
Genel Sekreterliği Kanunu'nun 9. maddesine uygun olarak MGK Genel
Sektereterliği tarafından; ekte belirtilen tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu
kararları ile Bakanlar Kurulu kararı haline getirilmeyen uygulamaların
sonuçları hakkında belli süreler içerisinde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'ya
bilgi verilmesi."
Millî
Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (rejim
aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)
1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında
yer alan ve yine anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik
ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için
mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar
uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf
ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat
Kanunu gereği Milli
Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.
3-Genç nesillerin körpe dimağlarının
öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş
uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve
çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:
a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı
olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu
ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve
inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim
kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat
Kanunu'nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini
tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi
istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri
Başkanlığı'nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında
koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
6-Mevcudiyetleri 677
sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu
kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun
demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.
7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek
Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen
personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan
bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları
kontrol altına alınmalıdır.
8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri
veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK'dan ilişkileri kesilen
personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna
imkan verilmemelidir.
9- TSK'ya aşırı dinci kesimden sızmaları
önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin
her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10-Bu maddenin tam metnini Turkiye'nin
uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.
11-Aşırı dinci kesimin Türkiye'de mezhep
ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve
dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli
faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak
ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani
olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden
öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun
namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas
alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle
pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
15-Kurban derilerinin, mali kaynak
sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar
tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban
derisi toplattırılmamalıdır.
16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve
buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı
ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak,
yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.
17-Ülke sorunlarının çözümünü "Millet
kavramı yerine ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan
ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren
girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.
18-Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816
sayılı kanununistismar
edilmesine fırsat verilmemelidir.
(Sürecek)