11 Şubat 2016 Perşembe

GELECEKTE BAŞARI, ÇOK PARA KAZANMAK YADA ÇOK GÜÇLÜ OLMAK DEĞİL,BAŞKALARINI MUTLU ETMEYE BAĞLI


TASARIMCI KAFA YAPISINA SAHİP OLMAK İÇİN ÖNEM TAŞIYACAK BECERİLER:

1.      Olumlu düşünmek,iyi beslenmek,ruhuna ve bedenine iyi davranmak,mutlu olmak,
2.      Gelenekçi bakış açısı,
3.      İleri teknoloji bilgisi ve kullanımı,
4.      Meraklı ve algoritmik düşünebilmek,
5.      Kurgu yapabilen tasarımcı kafa yapısı geliştirmek,
6.      Temel Bilim,Teknoloji,Mühendislik,Sanat,Matematik eğitimi almış olmak,
7.      Bilgisayar Mühendisliği, Programcılığı,kodlama yapabilmek,
8.      Grafik,görsel,dijital tasarımcılık,
9.      Ses,müzik tasarımcılığı,daha doğrusu her  konuda tasarımcılık,
10.  Toparlayıcılık,
11.  Hibridleşme,
12.  Yaratıcı,yenilikçi olmak,
13.  Analog,dijital iletişimde ustalık,
14.  Duyarlılık,
15.  Disiplin,
16.  Çok,çok,çok çalışmak.

BUNLARA KAFA YORMALI:

1.      Nano teknoloji,
2.      Genetik,biyo teknoloji,
3.      Dijitalleşme ile ilgili her konu,
4.      Bulut bilişimi,
5.      Nesnelerin/şeylerin interneti.
6.      Data analizi,
7.      Mobil teknolojiler,
8.      Büyük veri,
9.      Robot teknolojiler,
10.  Yenilenebilir enerji,
11.  Yapay zeka,
12.  Giyilebilir teknolojiler,
13.  Makineden makineye,araçtan araca teknolojiler,
14.  Arttırılmış gerçeklik,
15.  Hologram teknolojiler,
16.  Üç boyutlu baskı ve çizim teknolojileri,
17.  Lokasyon bazlı ve özelleştirilmiş mobil uygulamalar.
18.  Uzay teknolojileri.

GELECEĞİN ÖNE ÇIKACAK MESLEKLERİ:

1.      Hafıza onarım ve artırma uzmanı,
2.      Nano-medikalci,
3.      Organ imalatçısı/tasarımcısı,
4.      Siber polis,siber terör uzmanı,
5.      Dikey çiftçi (gökdelen çiftlikler için),
6.      Dijital çöpçü,dijital çöp değerlendirme ve geri dönüşüm uzmanı,veri temizleyicisi,
7.      İklim kontrolörü ve düzenleyicisi,
8.      Avatar yöneticisi yada hologram ilişkileri eşgüdümcüsü,
9.      Zaman planlamacısı,simsarı,komisyoncusu,
10.  Kişisel marka tasarımcısı v danışmanı,
11.  Çocuk ve EQ-IQ tasarımcısı,
12.  Duygu tasarımcısı,
13.  Salgın hastalık güvenlikçisi,
14.  Robot onarımcısı, robot işçi ajansı,
15.  İnternet pazarlama uzmanları,
16.  İş terapistleri,
17.  Sürdürülebilir iş modeli uzmanları,
18.  Biyoloji ve gen uzmanları,
19.  Simülasyon,oyun uzmanları,
20.  Yaşam koçları-gurular,
21.  Tasarım guruları,
22.  Enerji ve kaynak müfettişleri
23.  Sanal market işletmenciliği,
24.  Robotik  sorunlar avukatlığı,
25.  Yapay zeka pazarlamacılığı,
26.  Beş duyu reklam tasarımcılığı,
27.  Soru tasarımcılığı,
28.  Duygu tasarımcılığı,
29.  Gen terapistliği



TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞINI 5 ADIMDA YENMENİN YÖNTEMLERİ

BAĞIMLILIĞIN BELİRTİLERİ:

1.      Yalnızca birkaç dakika diyerek saatler harcamak,
2.      Bilgisayarınızdan uzak kaldığınızda gergin ve boşluktaymış gibi duyumsamak,
3.      Yoksunluk semptomu(eğer cep telefonunuz elinizde değilse yoksunluk duyumsanıyorsa,kaygı duyuluyorsa,bir şey olacakmış duygusu duyuluyorsa)
4.      Hem bireysel hem de sosyal yaşamda uyumsuzlukların baş göstermesi,
5.      Uyku ve yemek düzeninde bozulma,
6.      İnsanlarla internet üzerinden konuşmayı,yüzyüze konuşmaya yeğleme,

7.      İnternete girmek için yemek öğünlerinden,derslerden yada randevulardan ödün verme.
ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

BİLİSİZLİK VE ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜMÜZ

Hemen her alanda sorun yaratan ve yaşayan bir topluluk özelliğini taşımaktayız.Bu nedenden de, çözüm üretme yerine,sorun yaratma/çıkartma yönünde genetik bir yapıya sahipliğimiz söz konusu. Bunun nedeni ise, tartıştığımız,uğrunda çatışmayı göze aldığımız konularda yeterli bilgiye sahip olmamamızdır. Yani önyargı ve kör saplantılarımız, çatışmacı bir toplum ve insan ilişkilerine neden olmakta. Örneğin, Türkiye’nin tartıştığı ve uğrunda çatışmacılığa saplandığı kavramlardan birisi de “özerklik” tir. Toplumun bir bölümü, özerkliğe “bölünme/parçalanma” olarak yaklaşırken, öteki bölümü ise, “etnik beklentilerine yanıt” olarak görmekteler. Özerklik, yönetim biçemi olarak, merkezi yönetimden bağımsız olarak, yerinden yönetmek olarak tanımlanabilir. Özerk kuruluşların Anayasal kuruluşlar olarak tanımı,1961 Anayasası ile hukukumuza girmiş,ancak 12 Mart 1971,12 Eylül 1980 askeri müdahaleler ve darbeler ile özerk kuruluşlardan giderek uzaklaşılmıştır. 2000 in başında oluşturulan “bağımsız kuruluşlar” ise, AKP Hükümetleri döneminde, giderek bu tanımdan uzaklaşılmıştır.

Bu haftaki yazımı, 1985 tarihli “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı”nın önsözü”ne ayıracağım. Önce kısa bir açıklama. Bu sözleşme, Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında imzalanmıştır ve AB üyeliği ile ilintili değildir. 47 Avrupa ülkesini kapsayan Avrupa Konseyi 1949 yılında Avrupa’da demokrasi ve insan haklarını güçlendirmek amacıyla kuruldu ve Türkiye 9 Ağustos 1949 tarihinden beri üyesi. Ana ilkesi “çoğulcu demokrasiyi geliştirmek” olarak tanımlanan Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi, Konsey’in üç ana biriminden biri. Konsey’in 12 Ocak 1957’de kurduğu Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Komitesi, 17 Ocak 1994’de, biri bölgesel diğeri yerel yönetimleri kapsayan iki birimden oluşan ve 318 delegesi üye ülkelerin seçimle işbaşına gelmiş yerel yöneticileri olan şimdiki Kongre’ye dönüştürüldü. Dolayısıyla Türkiye, Avrupa Konseyi’nin çalışmalarına doğrudan katıldığından, Konsey belgeleri bizim için de büyük önem taşımaktadır.


Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 15.10.1985 tarihinde imzaya açılmış, Türkiye tarafından 21.11.1988’de imzalanan antlaşma, 1.4.1993’den başlayarak yürürlük kazanmıştır. Önsöze bakmamız, yerel özerkliğin içeriğini ve sınırlarını kavramamız açısından büyük önem taşımaktadır : “İşbu Şartı imzalayan Avrupa Konseyi üyesi Devletler;
-          Avrupa Konseyi’nin amacının üyeleri arasında ortak mirasları olan ülkü ve ilkeleri korumak ve gerçekleştirmek için daha ileri bir birlik sağlamak olduğunu düşünerek,
-          Bu amacın gerçekleştirilmesinin yollarından birisinin yönetsel alanda anlaşmalar yapmak olduğunu düşünerek,
-          Yerel yönetimlerin her türlü demokratik rejimin temellerinden birisi olduğunu düşünerek,
-          Yurttaşların kamu işlerinin yönlendirilmesi ve yönetime katılma hakkının Avrupa Konseyine üye Devletlerin tümünün paylaştığı demokratik ilkelerden biri olduğunu düşünerek,
-          Bu hakkın en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğuna inanarak,
-          Gerçek yetkilerle donatılmış yerel makamların varlığının hem etkili, hem de yurttaşlara yakın bir yönetimi sağlayacağına kani olarak,
-          Değişik Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin demokratik ilkelere ve AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI’nın  yönetimde yerinden  yönetime dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli bir katkı sağlayacağını düşünerek,
-          Bunun demokratik bir biçimde oluşan karar organlarına ve sorumlulukları bakımından, bu sorumlulukların kullanılmasındaki olanak ve yöntemler bakımından ve bu sorumlulukların karşılanması için gerekli kaynaklar bakımından geniş bir özerkliğe sahip yerel makamların varlığını gerektirdiğini yineleyerek, 12 maddeden oluşan antlaşmayı kabul etmişlerdir.

Görüldüğü gibi yerel yönetim özerklik antlaşması, merkezi yönetime karşıt olmayıp, hizmetin etkinliğini artırıcı ve yurttaşın katılımını kolaylaştırıcı özellikler taşımaktadır. Bu nedenle, etnik ayrışmanın,parçalanmanın nedeni olmayıp, yurttaşları yerelden başlayarak ülke yönetimine katmanın aracıdır. Teknik bir yöntemi, etnik temele dayalı bir ayrışma biçiminde algılama bilisizliğin yanı sıra, sorunlarımızın çözümünü de önleyici sonuca nadan olmaktadır. Bu kör-önyargılarımızdan kurtularak, tarafı olduğumuz yerel özerklik şartını,gündeme taşımakta büyük yarar vardır.11.02.2016


4 Şubat 2016 Perşembe

ÜNİVERSİTEDEN BAKIŞ
Prof.Dr.Mustafa Altıntaş

TÜRKİYE’DE ONURLU TEK BİR YÜKSEKÖĞRETİM KURUMU VARMIŞ(!)

Türkiye’de ikiyüze yakın üniversite, sayısını uzmanın bilmeyeceği kadar fakülte,yüksekokul,enstitü, araştırma birimi vb. tabelalar taşıyan ve önlisans,lisans,yüksek lisans ve doktora diploması dağıtan kurumlar var. Nitelikten hedef olarak sıkça söz edilen, buna karşın nicelikle övünülen bu kurumların, gerçek anlamda bilimsel kuruluşlar olmadığını bir kez daha ortaya seren olgu, “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi oldu. Ülkenin içte ve dışta savaş ve çatışma konumuna geçtiği bir dönemde, gerçek anlamda bilim kurumlarından beklenen, bu karmaşa ve çatışma ortamında, gözlerin görmesine, aklın egemen olmasına yönelik çabalar içinde olmasıdır. Oysa ki, üniversite tabelası taşıyan kurumlardan, YÖK ve Üniversitelerarası Kurul ve Senatolar, “suça ortaklığını” çağrıştıran suskunluk ile, varlıklarını tartışılır kılmanın ötesine geçerek, efendilerinin cihat ilanı ile, barış çağrısı yapan akademisyenleri linç etme onursuzluğunu sergilediler.

Komplo teorilerine sıcak bakmayan birisiyim. Ancak, İŞİD tarafından ülkemizde gerçekleştirilen saldırıların, hep de iktidar ve Beştepe Külliyesine karşıt konumda olanlara yönelik olarak gerçekleşmesi ve hemen ardından saldırıların üzerini örtme sonucunu doğuran kimi gelişmelerin sahneye sürülmesi, kuşku tohumlarımın yeşermesine neden oluyor. Akademisyenlerin Bildirisi sonrasında onlara yönelik cadı avının da, 12 Ocak 2016’da, Sultanahmet’te patlayan canlı bombayı perdelemek için kullanıldığını usuma getirmekte.

Hamamın namusunu kurtarmaya girişiminde bulunan kurum, AÜ SBF Akademik Kurulu oldu. Bu bildiri,salt kamuoyuna çağrı anlamı taşımamakta,yanı sıra, bağlı bulunduğu Ankara Üniversitesi yönetimine de, onursuzluk çukuruna yuvarlanmama çağrısıdır. Bildiri, bunun da ötesinde, Beştepe Külliyesi sahip ve borazanlarına, YÖK, Üniversitelerarası Kurul ve Senatolara ders vermekte ve akıl yoluna dönülmesi uyarısıdır. Bildiriden,önemli gördüklerimden bir kaçını sıralamak istiyorum: “Öğretim elemanlarının akademik özgürlük ve bilimsel özerklik içinde çalışabilmeleri,araştırma ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin verimliliğinin sağlanmasının temel koşuludur…Bu fakültede görev yapan bilim insanları güçlü siyasi tazyikler ve kendini dayatan kanaatler karşısında düşüncenin kutlak açıklığına, bilimin yalnızca kendi kurallarına göre yargılanabileceğine, hakikat dışında da hiçbir şeye boyun eğmeyeceği gerçeğine bağlıdır…Düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, Fakültemizin savunduğu,öğrettiği temel insan hakkıdır…Söz konusu metne imza atmanın akademik özgürlük ve gerek iç hukuk, gerekse uluslararası hukuk tarafından korunan ifade özgürlüğü kapsamında olduğu görüşündeyiz. Öğretim üyelerimizin gerek derslerde ve sınavlarda ele aldıkları konuların ve sordukları soruların, gerekse barış temalı bir bildiriye imza atmalarının idari ve adli makamlar tarafından disiplin soruşturması ve ceza yargılamasına konu edilmesini kabul edilemez buluyoruz. En zor koşullarda dahi öğrencilerinin ve hocalarının ifade özgürlüğünü sonuna dek savunmuş bir kurum olarak, mesleğimizin haysiyetine ve akademinin değerlerine, görevimiz ve halkımıza olan borcumuz olarak sahip çıkıyoruz.” Meslek onuruna akademinin değerlerine ve kurumsal onurlarına sahip olmayan ve halka borçlu olduklarının ayırdında bulunmayanlara, bundan daha düzeyli bir uyarı olabilir mi?

Faşist 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin ürünü olan ve 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği sonrasında kapıkulluğunu pekiştiren ceberrut YÖK ve onun uzantısı olan kamusu, özeli üniversite yönetimleri, imzacıları görevlerinden uzaklaştırma ve işlerine son vermede yarışa girerek, efendilerine sadakatlerini kanıtlamaya girişmişlerdir. Bunların hiçbir hukuksal ve yasal geçerliliği bulunmamaktadır. Çünkü, YÖK Disiplin Yönetmeliği, Anayasa Mahkemesi’nin 2547 Sayılı Yasanın 53/b fıkrasını iptal etmesinden bu yana yok hükmündedir. Asıl peşine düşülmesi gerekenler, barış bildirisi sahipleri değil, Ocak 2015’den bu yana suç üretim merkezine dönmüş olan YÖK ve üniversite yönetimleridir. Kaldı ise,Cumhuriyetin Savcılarına duyurulur.04.02.2016